Müzik; belki büyü belki de zaman makinesi...
Bazen bir şarkı çalar...
Kah güftesi, kah bestesiyle,
Ortadan yok olursun.
Ruhun, bedenini terkeder.
Geçmişe, geçmişlere... geleceğe ya da birilerinin hayallerine savrulursun...
Müzik, bu anlamda belki BÜYÜ, belki de ZAMAN MAKİNESİdir.
Bir bahar akşamı rastlanan, sevinçli bir telaş içinde olan o kadını görürsün; gönlünle dinlersen. Derinden bakınca gözlerine, başını neden öne eğdiğini bilirsin...
Bir kızıl goncaya benzeyen o dudağı da, açılan tek gülü olan o bağı da hayranlıkla izlersin, uzaktan...
Sonra şarkıların onu söylediği, dillerde nağme olan, “aşk gibi, sevda gibi huysuz ama tatlı olan” o kadına merhaba der, “en güzel günlerini demek bensiz yaşadın" diyen o adamı da anlarsın.
Yıllar geçiverir ansızın, saniyelerle.
“Gözlerinin içine, başka hayal girmesin.” der biri...
“Bana ait çizgiler, dikkat et silinmesin.” diye devam eder.
Bu kadar sahiplenilmeye karşı olduğunu unutur, tüm estetik müdahaleleri yasaklarsın…
“Yalan söyleme… bak gözlerime, yokla ceplerini, aşk kırıntıları olmalı biraz” diyeni de,
“Aşk kırıntılarıyla doymaktansa, tek başına aç kalırım bu hayatta” diye cevap vereni de, yargılamazsın.
Hem,
“Çok sevdiğinden değil, zor sevdiğinden” gidemeyenleri
Hem,
“Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem” derken, unutamazken,
“Acı tatlı ne varsa, hazinesi” bulurken geçmişi…
Acının insana kattığı değeri bilen, küsmeyen
“Acıdan geçmeyen şarkıları, eksik bulanları” dahi anlarsın…
Müzik, empatiyi gönül borsasında tavan yaptıran yegane şeydir…
Evet, bazen daha fazladır her şey... ya da o şey...
Ruhu, ruhunu hissedersin.
Tam oradadır!
Aktığın yerde...
Anlama ihtiyacın kalmaz,
Çünkü seninledir...
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...