YARATICILIK
YARATICILIK ve TEKİLLİK
Bilim soru sorma ile başladığına göre bir soru ile başlayalım. Dünyada var olmayan bir şey, dünya üzerindeki nesnelerle meydana getirilebilir mi? Düşün/hayal dünyamızın bir yansıması olan rüyalarımızda dünya yüzeyinde hiç olmayan bir “şey” hayal edebiliyor muyuz? Varolmayan bir “şey”i düşünebilen bir beyin olay ve olgulara nasıl bakabilir?
Varolmayan bir “şey”, varolmayacak anlamı taşımaz elbette. Yaratıcılığa da bu bağlamda baktığımızda; kelime anlamı olarak doğurmak, yaratmak ve meydana getirmeyi betimler. Bir başka ifade ile bilişsel, duyuşsal ve psikomotor etkinliklere yeni ve farklı bir bakış açısı, davranışı ve tutumu ortaya koymayı göze alacak cesareti göstermeyi gerektirir. Bu noktada yeniliğin ve bilinmezliğin ürkütücü gücü devreye girecek ve bilgi ve yaratıcılık ile bir kabul ya da varoluşsal bir savaş başlayacaktır. Burada yaratıcı bireyin sebat durumu etkindir. Zorluklar karşısında göstereceği sabır ise, bireyi güçlendirerek yolunu aydınlatacaktır. Peki birey, bu yaratıcı konuma nasıl gelir? Bu kadar engelle karşılaşan birey, neden pes etmemek için bu denli içsel bir mücadele verir?
Yaratıcılık tekil bir olgu değildir.
Işığın saydam bir ortamda izlediği doğrusal yolun sonu yoktur ancak onu yansıtacak, soğuracak ya da içerisinden geçebilecek bir yüzey/madde ile karşılaşmasından sonra cisimle ne tür bir etkileşime gireceği anlaşılabilir. Çünkü tek başına madde ya da ışık anlamlı değildir. Biri olmadan diğerinin varlığının önemsizliğine bakış elbette ilk bakışta basit olarak görülebilir. Ancak bu bakış, ne ışığı ne de maddeyi değersizleştirme anlamı taşımaktadır. Her biri tek başına da önemlidir ancak bir arada kazandığı anlam etkileşen tüm maddesel varlıklarda olduğu gibi farklılaşmayı beraberinde getireceğinden, daha farklı bir durumun doğuşuna neden olacaktır. Yaratıcı bireylerin de ışığın madde ile etkileşimi örneğinde olduğu gibi problem/kişi/şey’lere ihtiyacı vardır. Bu gerçeklik, var olan duruma ilişkin yeni bir fikri savunacak itici gücün kaynağı oluşturabilmede, zihni ve zihinsel süreçlerini etkileyen değişkenlerden belki de en önemlisidir.
Yaratıcı düşüncenin ardından gelişen üretmeye duyulan isteğin gelişiminde ise, önce bu durumla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Bu yüzleşme, Piaget’in vurguladığı gibi; yeni uyarıcının organizma üzerinde var olan dengeyi değiştirmek üzere bir dengesizlik oluşturması ardından adaptasyon sürecini ve yeniden dengenin sağlanması olarak karşımıza çıkacaktır.
Üretebilme becerisi ile donatıldığını fark eden bireyler, elindekinin kıymetini bilen bir usta gibi, içsel konuşmaları ile başlayan bu sürecin sonunda, problem çözme becerisi ile birlikte yeni ürünler ortaya koymada kendi çözüm yollarını bulacaklarıdır. Başarmak, birey için önemli bir içsel güdüleyici unsurdur. Sadece başarmak değil, süreci yaşamanın mutluluğu ve Yaratıcılığın bitmek bilmeyen ve doyurulması gereken bir açlığa dönüşmesi durumunda biz eğitimcilere düşen görev ise; bireylerin ilgi, istek, beceri ve donanımı ile kendini keşfedeceği ve gerçekleştirebileceği alanlara yönlendirmek olacaktır.
Dışsal etkilerden arındırılmış bir kişiliği oluşturmak için bize düşen temel görev ise, bireylere gerektiği zamanda gerektiği miktarda rehberlik edebilecek pedagojik, psikolojik ve felsefi bilgi donanımın sahip olmaktır.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...