Öğrencileri Susturmak Mümkün müdür?
Aşağıdaki yazıyı geçen sene kaleme almıştım. Örav eğitimini almadan önce. Eğitimi aldıktan sonraki düşüncelerim değişti mi diye yazıyı tekrar okudum; çünkü Örav eğitiminde bir eğitmenimiz şöyle demişti: "Sınıftaki gürültü öğrencinin değil öğretmenin sorunudur. Çünkü sessizliğe asıl ihtiyacı olan öğretmendir. " Elbette istediğimiz çıt çıkmayan bir sınıf değil, ya da hiç konuşamayan öğrenciler . Burada anlatılanlar daha çok sınıftaki gürültüyü doğru yönlendirebilmekle alakalı. Sizler de etkili olan yöntemlerinizi paylaşırsanız sevinirim.
Kaçımız elimizdeki kalemi ya da kitabı masaya vururken öğrencilere “Susun!” diye bağırıyoruz? Peki kaçımız bunun etkisinin ancak bir iki dakika sürdüğünün farkındayız?
Unutmamak gerekir ki öğrencileri susturmak için en son kullanılacak kelimelerden biri “susun!” kelimesidir. Geçtiğimiz yıllarda sınıfı susturma yöntemlerimden etkilenen bir öğrencim, bana ”Susun Demeden Sus Demenin 101 Yolu” adlı bir kitap yazmamı önermişti. O zaman gülerek üstünde durmadığım bu fikir, öğretmence serisini yazmaya başlamamla birlikte yeniden kafamı kurcalamaya başladı. Yalnız bu durumla ilgili en büyük pişmanlığım, son derece sıradışı, öğrencileri önce şaşırtıp, sonra güldüren daha sonra da sessizleştiren bu cümlelerin çoğunu kayıt altına almamış olmam. Bugün yalnızca hatırlayabildiğim kadar kısmını sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Aslında bu konu daha önce yazdığım "yeniden çerçevelemeyle" de son derece alakalı. Önce niyetle başlıyoruz. Öğrencinin susması için niyet ettikten sonra kuracağımız cümlede şu özelliklerin olmasına dikkat ediyoruz: Birincisi, cümleleri olumlu kurmaya gayret ediyoruz; çünkü bilinçaltı olumsuz yargıları anlamaz, dolayısıyla “Konuşma” demek aslında “Konuş” anlamına geldiği için öğrenci daha çok konuşmaya başlar.
İkincisi, hep aynı susturma kalıplarını kullanırsanız, bir süre sonra olumsuz kalıp kullanmasanız bile cümleniz, öğrenciler üzerindeki etkisini kaybeder. İşin sırrı onları daima şaşırtmakta yatar. Örneğin aniden playback yapmaya başlamak, şaşırtıcı ve bir o kadar da eğlenceli bir yöntemdir. Şöyle ki: Tahtadasınız önemli bir dilbilgisi kuralı anlatıyorsunuz ama sınıf yeterince sessiz değil, sürekli bir uğultu var – ki ben buna aspritör etkisi diyorum- o zaman yine ağzınızı anlatıyormuş gibi hareket ettirin ama ağzınızdan ses çıkmasın. Çocuklar birden bir tuhaflık olduğunun farkına varırlar ve sizi acaba kendisinin mi duymadığını yoksa arkadaşlarının da duyup duymadığını anlamak için susar. Uçak irtifa kaybettiğinde kulaklarda oluşan hisse benzer bu his, öğrencilerin farkındalıklarını artırır.
Aspritör etkisi demişken, bunu eminim bütün öğretmenler hemen her gün deneyimlemektedir. Hani mutfakta yemek pişirirken aspritörü açarsın, bir yandan da televizyon açıktır ve yemek sofrasında aile bireyleri sohbet ediyordur ya. Başın şişer ama başının neden şiştiğini anlayamazsın. Sonra birden aspritörü kapatmak aklına gelir, öyle bir sessizlik oluşur ki demek ki kafam bundan şişmiş, oh be dersin. Öğrenciler de hem öğretmenlerinde hem de birbirlerinin üzerinde bu etkiyi istemeden de olsa yaratırlar. Bir sorunu çözmenin en önemli adımı nedir sizce? Elbette ki farkına varmak. Bunu için sınıfta kullandığım çapa “Aspritör etkisi” kalıbıdır. Bunu söylediğiniz an herkes aspritörünü kapatır ve hep birlikte “oh be” dersiniz.
Tam tersini söylemek de çok sık tekrar etmemek koşuluyla etkili yöntemlerden biridir. Örneğin, sınıf çok gürültülü ve kendi sesinizi bile duyamıyorsunuz. Çocuklara şöyle dersiniz: “Hadi hepimiz hep bir ağızdan konuşalım!” Sürekli “konuşma” komutuna alışkın olan öğrencilerde böyle bir cümle kısa devre etkisi yaratır ve konuşmayı bırakıp susmayı tercih ederler. Ancak dediğim gibi hiçbir kalıp sıklıkla yinelenmemek kaydıyla.
En etkili ve bütün öğretmenlerin de çok kullandığı yöntemlerden biri de “Artistik bakıştır.” Bu, bütün öğretmenlerin doğal yeteneklerinden biridir. Özellikle tek bir kişi ısrarla konuşmaya devam ediyorsa, onun yanındaki öğrenciye, – bakın çok dikkat edin konuşana değil – artistik bir bakış atılır, o çocuk otomatikman diğerinin karnına bir dirsek atar. Temiz iştir. Hiç elinizi kirletmezsiniz.
Bazen de bir öğrenci o gürültülü sınıfta parmak kaldırarak öğretmene bir soru sorar. Öğretmendeki otomotik tepki aynen şudur: “Susarsanız anlatıcaaaaaaaaaam.” Halbuki böyle bir cümle kurmaya gerek yoktur, tek yapmanız gereken sabırla susmak ve beklemektir. Bir süre sonra “hışşt, pışşt, susssssss…” gibi ünlemlerle sınıf kendi kendini etkisizleştirir. Bu yöntem, “konuşmaya devam ettiğin sürece cevabı öğrenemeyeceksin” mesajını, kronik faranjitinizi azdırmadan karşı tarafa iletmenizi sağlar.
Altın kural ise öğrencilerin ilgisini çekmektir. İlgilerini çekmeyi başarabildiğinizde zaten yukarıdaki yöntemlerin hiçbirini uygulamanıza gerek kalmaz.
Bu yazımı okuyan Muhammmet Yıldırım öğretmenimizin güzel katkısını da paylaşmak istiyorum:
Şu an 3. sınıfta bulunan öğrencilerimle birlikteyim. Bundan iki yıl evvel öğrencilerim 1. sınıftayken uygulamaya başladığımız bir çalışmanın sınıf ritüeli olduğuna ve gerçekten işe yaradığına şahitlik ettim. Neydi bu uygulama? Şayet sınıfımızda yapacağımız çalışma sessizliği gerektiriyorsa benim tarafımdan başlatılıyor veya sınıftaki gürültü seviyesinden rahatsız olan bir öğrencim varsa onun tarafından başlatılıyordu. Yaptığımız uygulama şu idi, sessizliği başlatmak isteyen kişi sağ elini parmakları açık bir şekilde havaya kaldırıyor ve elini kaldıran kişiyi görenler onun bu gürültü ortamından rahatsız olduğunu düşünüp ellerini kaldırmaya başlıyorlar. Bu uygulama ilk başlarda bir oyun gibi algılansada zamanla sınıfta çok işe yarayan bir uygulamaya dönüştü. Şu an 3. sınıfız ve sınıfı susturmak sadece bir kişinin el kaldırmasıyla yaklaşık 20 saniyede tamamlanıyor. 1.sınıftaki mevcudumuzun 78 kişi, şimdi ise 60 kişiolduğu bilgisini de belirtmeden geçemeyeceğim.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...