Bir Öğrenme Yöntemi Olarak Yaratıcı Drama 1
Dün Çağdaş Drama Derneği İzmir şubesinin düzenlemiş olduğu Müjdat Ataman liderliğinde “Bir Öğrenme Yöntemi Olarak Yaratıcı Drama” seminerine katıldım.
Eşimi balık yeriz, arkadaşlarını görürsün, bir değişiklik olur diye bir anlamda kandırdıktan sonra Denizli’den İzmir’in yolunu tuttuk. Beni tanıyanlar yıllık iznimi, hafta sonu tatillerimi bu tarz eğitimlerle değerlendirdiğimi ve bu sayede yenilendiğimi bilirler. Yeni bir eğitim, can suyu gibi bir şeydir benim için. Monotonluğun çarkından çekip alan bir şey.
Bugünse her zaman olduğu gibi erkenden okuldayım. Herkesin gelmesine nereden baksanız bir saat var. Ben de bir değişiklik yapıp önce maillerime cevap vereceğime ve öğrendiklerimi kafamın içinde dolaştırıp duracağıma sıcağı sıcağına yazmaya karar verdim.
Aslına bakarsanız bu eğitime öncelikli olarak Müjdat hocayla tanışmak için katılmıştım. Ben kendisiyle çok tanışıktım aslında ama o beni tanımıyordu.
Kendimi tanıtmak için şöyle bir giriş uygun muydu acaba? “Sevilen bir Türkçe öğretmeni olmamı size borçluyum.” Fazla mı iddialı? Ama gerçek. Özellikle onun Türkçe derslerinde kullanılabilecek yaratıcı etkinlikler kitabındaki etkinliklerinin hemen hepsini defalarca uygulamış ve çok güzel sonuçlar almış bir öğretmen olarak bu cümleyi kurmam son derece doğaldı.
Müjdat hocanın bana tepkisi, daha doğrusu sitemi şu oldu: “İyi de bana niye yazmadın? Kitabın arkasına mail adresimi de koymuştum.” Sahiden niye yazmamıştım, her şeyi yazıp duran ben. Buna anlamlı bir cevap veremedim elbette ama hemen orada ona bir söz verdim. Daha doğrusu “Niye yazmadım, niye yazmadım kelimesinin harfleri beynimin içinde takla artıp dururken ağzımdan istemsiz bir şekilde şunlar dökülüverdi: “Bu eğitimi yazacağım söz.”
Bir pazartesi gününün rutinini kırmamı sağlayan itici güç işte bu.
Müjdat hocanın dinamikliği, enerjisi, hazırcevaplığı, az zamanda çok şey öğretme çabası elbette beni şaşırtmadı.
Çemberde ilk bir araya geldiğimizde Müjdat hoca “Buradayım….çünkü” diyerek sözün devamını tek kelimeyle tamamlamamızı istedi. O anda ilk söz verdiği kişi ben olduğundan mıdır nedir, dramayı seviyorum dedim. Benden sonraki katılımcıların çoğunun “Özledim” demesi bana gelmekle ne iyi ettiğimin ilk sinyalini vermiş oldu. Drama değildi özledikleri, Müjdat hocanın kendisiydi. Ya da başka bir deyişle Müjdat hocayla dramaydı.
Tanışma faslını çok kısa tuttu; çünkü zaten bizim girdiğimiz sınıflardaki çocuklar birbirini tanıyordu. Bu nedenle hemen bir grup çalışmasıyla başladı. Bu arada boynunda üzerindekilerle çok alakasız sıra dışı bir kravat vardı. Derken her bir guruba o sıra dışı kravatlardan birer tane dağıttı ve “Bu kravatla grubunuzdaki herkesi bağlayacak bir bütünlük oluşturun” dedi. Süre bir dakikaydı. Grupla bir anlık bir şaşkınlık yaşadık. Eminim hepimizin aklından ilk geçen şey, bir kravatla beş kişiyi bağlamanın imkansız olduğuydu. Birden grubun tamamında sözcüklerle dile getiremediğimiz bir aydınlanma anı oldu. Yönergeyi hatırladık. Yönerge açık uçluydu ve hoca bize kravatı boynunuza bağlayın, dememişti. Saniyeler içerisinde kravatı beşimizin parmaklarına doladık. Liderin süreniz doldu yönergesiyle bütün gruplar birbirinin bağlama şekline baktı. Çok ilginç tasarımlar vardı doğrusu ve onları gördükten sonra bizimki bana çok sıradan geldi. Her zaman olduğu gibi yaratıcılık karşısında saygıyla eğildim.
Sonra bir grup lideri seçtik. Değişen etkinliklerde grup liderleri de sürekli değişti.
Müjdat hocanın zaman zaman süreci durdurup neyi neden yaptığıyla ilgili açıklamalarıysa bizim orada bulunmamızın asıl nedeniydi.
Neyi neden yapmıştık?
1. Sınıfa bir nesneyle girmek: Öğrencilerde “Bir şey yapacak” mesajını veriyordu, bu da merak duygusunu tetikliyordu. Dolayısıyla 1-0 önce başlamış oluyordunuz maça.
2. Ucu açık yönergeler vermek: “O kravatla grubunuzu bağlayacak bir bütünlük oluşturun.” derken bize kural vermemişti. Kural vermemesinin altında yatan gizli kural ise belirli özgürlük alanları bırakmak ve öğrencilerin o özgürlük alanlarında hareket etmelerine yardımcı olmaktı.
Kendi sınıfımızda bu uygulamayı yapsaytık kaç öğrencinin bize soru soracağını düşünmememizi istediğinde cevap çok netti. Onlarca soru: Boynumuza bağlamamız şart mı, elimize bağlayabilir miyiz, düğüm atmamız gerekir mi, …..vb.
Neden mi? Çünkü biz özgür çocuklar yetiştirmiyorduk. Biz çocuklara defterini aç, kırmızı kalemle büyük başlık at, aşağıya in, 2,5 cm içeriden başla, diyorduk.
Peki öğrencilerin cevabı zaten kendilerinin bulacağı gereksiz soruların önüne geçmek nasıl mümkün olacaktı? Ne yapması gerektiği sürekli dikte edilen öğrencilerle elbette başlarda zorlanacaktık ama biz yılmadan yorulmadan ve sabırla özgürlük alanları yaratmaya devam ettikçe çocuklar düşünmeye, inisiyatif kullanmaya başlayacaklardı. O zaman ortaya çıkan kendi yaratıcılıklarına, arkadaşlarının yaratıcılıklarına hayret edeceklerdi. Tıpkı bizim hayret ettiğimiz gibi.
3. Grup çalışması: Grup çalışması, rekabet demekti ve tatlı bir rekabet keyifliydi. Dokunduğumuz kişiyle samimi olurduk ve grupta birbirine değme, dokunma önemliydi. Sanırım bu nedenle eğitim başladıktan üç saat sonra öğle yemeğinde aynı masada yemek yer, sohbet ederken fotoğraf çektirir hale gelebilmiştik.
4. Lider Seçme: Müjdat hoca ilk etkinlikte lider seçimini bize bıraktı ve lidere elimizdeki kravatı istediğimiz şekilde bağlamamızı istedi. Bazı grup liderleri, maça gidermiş gibi kafalarına bağladılar. Bazısı her an oynamaya hazır gibi kalçasına, bir başkası miki mause kulakları gibi takmıştı kravatı kafasına. Ortamın havası değişivermişti. Bu ufak tefek şeyler birazdan keyifli bir şeylerin olacağının bir işaretiydi bizim için. İlgimiz capcanlıydı.
Müjdat hoca lider seçimini bize bırakmıştı ama sınıfımızda lider seçimini öğrencilerimize bıraktığımızda hep aynı kişilerin lider olacağını bu nedenle aklımıza geldikçe lider değiştirmemiz gerektiğini söyledi. Her öğrencinin o duyguyu bir kere tatması gerekiyordu.
5. Oyunsu süreç: Öğretmenler drama çalışmalarına gelirlerdi, yüzlerce oyun öğrenirlerdi, o hevesle sınıflarında birkaç tane oyun oynatırlardı ama sonra her şey eskisi gibi devam ederdi. Gerçekten de böyleydi. Aslında her defasında kuralları olan bir oyun oynatmamıza ihtiyacımızın olmadığını, dersin normal akışı içerisinde de oyunsu süreçler yaratabildiğimizi, keşfettik böylece. Nasıl mı? Müjdat hoca bizden “oyun” kavramını bulabildiğiniz en bilimsel kelimelerle ve olabildiğince ciddi bir ses tonuyla, sanki televizyonda konuşma yapan bir profesör edasıyla tanımlamamızı istedi. Çok değişik yorumlar geldi ve söyleyenler çok ciddi olmalarına rağmen biz hepsine çok güldük. Neden? Çünkü o anda bir oyun oynuyorduk. Yapacağımız tanımın saçma olduğunu hepimiz biliyorduk. İşte bu oyunsu süreçti ve istersek her etkinliğimizi oyunsu süreçlerle yapabilirdik.
6. Dinlemeye hazır olmak: Müjdat hoca her gruba bir canlandırma görevi verdi ve canlandırmaya ilk başlayan grup sahneye çıktığında onlara şöyle dedi: “Sizi dinlemeye hazır olduklarında başlayın.” Bu gerçekten çok önemliydi. Yani sessizliği sağlamayı doğal sürece bırakmak. Bir grubun diğer grubu susturmasını beklemek. Biz öğretmenlerse her şeye gereğinden fazla müdahele ediyorduk. Bu nedenle sınıftaki gürültüden rahatsız olan öğrenciler “E hadi! Sustur. ” der gibi gözümüzün içine bakıyordu. Bu nedenle öğrencilerin bizi dinlemeye hazır olmak için yapacakları mücadeleyi sabırla karşılamalıydık. Bunun yanı sıra “Beni dinlemeye hazır olanlar burnunu tutsun ya da şöyle şöyle yapsın….” diyerek grubumuzun bizi dinlemeye hazır olup olmadığını kontrol edebilirdik.
7.Sınıfın dinamiği: Öğrenciler birbirini etkilerdi ve bu etkileşimler sonucu her sınıfın dinamiği farklıydı. İlkokulda sınıfın dinamiğini öğretmen belirlerken ortaokulda genellikle öğrenciler belirlerdi. Bu nedenle bizi dinlemeye hazır olmakla ilgili bir sınıfta hiçbir problem yaşamazken diğer sınıfla problem yaşayabilirdik. Kaldı ki bu bütün öğretmenlerin deneyimledikleri bir şeydi bu. İşte burada biraz sabırlı olmak gerekiyordu. Çocukları yönergeleri uygulamaya hazır etmek için ezber bozmak gerekiyordu. Yani bir şeyleri her zamankinden farklı yapmak ve onları şaşırtmak.
Şaşırtma yöntemini ben de sınıfımda çok kullanırdım ama Müjdat hocanın sınıfı şaşırtma yöntemleri de çok eğlenceliydi doğrusu:
Özel okullarda yemek saatinden önceki ders, hangi öğretmene aitse o sınıfı belirli bir düzen dahilinde yemeğe çıkarmak o öğretmenin görevidir. Ama bu düşünüldüğü gibi kolay bir şey değildir. Sınıfın ileri gelenleri itişip kakışarak tuhaf sesler eşliğinde sıranın en önünde yer almaya çalışırlar. Buraya kadar tanıdık bir tablo. Gelelim şimdi Müjdat hocanın yöntemine:
Sınıfın lider karakterleri sırada en öne geçer, Müjdat hoca onlardan sırtlarını dönmelerini ister ve sıranın arka tarafından başlayarak sınıfı yürütür ve yemeğe götürür. Ertesi gün sınıfın liderleri sıranın arkasına geçerler, bu sefer ön taraftan itibaren yemeğe götürülürler. Üçüncü gün çocuklar şaşkındır. Baskın karakterlerin yarısı öne yarısı en arkaya geçer. Bu sefer Müjdat hoca, sıranın ortasından sınıfı ikiye böler, bir o sıradan bir bu sıradan olmak üzere öğrencileri gönderir. Dördüncü gün ne mi olmuştur? Tahmin ettiğiniz gibi öğrencilerin yemek sırasına geçmek gibi bir telaşları yok, itişip kakışmak yok, çıkardıkları o tuhaf sesler yok. Çocuğun sıranın neresinde durduğunun bir önemi yok artık. Nasılsa gidecek ve yemek yiyecek.
Bugünlük bu kadar, işler beni bekler.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...