OKULDA TEK BAŞINA
Uyum haftasından beri bir veli koridorda… Bazen taburede oturmakta, bazen ayakta durmakta, bazen de çaresizlik içinde dolaşmakta. Arada bir çocuk çığlığına maruz kalmaktayız. Adı üstünde uyum haftası…
Çığlık seslerini duyduğumda çaresizce kapıyı kapatıyordum öğrencilerim etkilenmesin diye. Geçen yıl da bir ay kadar aynı durumdaydı. Öyle çığlıklar atıyordu ki, tarif edilemez. Öğretmeninin çok ilgilenmesine rağmen okulu bıraktı. Bu yıl da aynı durumda.
Bir gün sınıfıma girmeden merhaba diyerek elini tuttum. İsterse benim sınıfıma gelebileceğini söyledim. Asık suratı önce düşündü, hafifçe gülümsedi. Sırtına dokundum, sıvazladım.
- Hadi girelim sınıfıma, ister misin? Benim öğrencim olur musun?
- Tamam.
Eli elimde sınıfıma girdik. Öğrencilerime sordum.
- Sınıfımızda bir arkadaş ister misiniz?
- Evet!
- Adını söyler misin?
- Ece.
- Ece bizimle olmak ister misin?
- Evet.
- Ece’yi alkışlayıp hoş geldin diyelim mi?
- Hoş geldin Ece!
Alkış yağmuru…
Gülümseyen bir yüz, sevinç gözyaşlarıyla bir anneanne.
- Hocam, inanamıyorum…
Uzun boylu olmasına rağmen en ön sıraya oturttum. Tam kapı manzaralı bir yer.
Anneanne kapının dışında Ece’nin gözü anneannede. Bir çizgi, bir anneanne kontrolü. Teneffüste yanında oturan arkadaşının elinden tutturdum ve bahçeye çıkmalarını sağladım.
- Anneannem de gelecek ama…
- Gelsin.
Sınıf öğretmenine durumu anlattım, izin aldım. Memnuniyetle kabul etti.
Çizgileri gayet güzel. Her şey yolunda derken ağlama sesiyle irkildim.
Neden ağladığını öğrenince sevindim. Arkadaşı sayfayı bitirmiş, kendisi dört sıra yapmış, neden geri kalmış? Bu kız hırslı…
Ertesi gün sınıfıma gülerek girdi. Anneanne, dayı ve anne sırayla nöbet tuttular. Arada dede de kontrole geliyordu. Sınıfımın önünde oturmak zorundalar, arada bir dışarı çıkıp sesleniyordu:
- Buraya gelin!
İkinci gün beslenme saatinde annesinin sınıf içinde, kendisine iyice yaklaşmasını, dibinde durmasını istedi.
- Hayır, kapıda duracak. Sınıfa giremez.
- Anneeee…
Öyle bir bağırıyor ki, sussun da ne isterse olsun dedirtecek cinsten… İkna ettim, sustu.
Aileyi ve öğrencimi tanımak için evlerine ziyarete gittim. Zemin katta oturuyorlar, evin cephesi kuzeye bakıyor, kiradalar… Kahve içtik. Anne suskun, soru sorduğumda kekeleyerek cevaplıyordu.
Anne, kayınvalidesi ile geçinememiş. Eşi, annesine çok düşkünmüş. İki çocuğu ve eşi ile ilgilenmezmiş. Oğlu bir yaşında ölünce Ece ve annesi Samsun’u terk edip baba ocağına yerleşmişler. Baba bir daha hiç aramamış, ilgilenmemiş. Anne internet aracılığıyla tanıştığı bir gence kaçıvermiş, Ece’yi terk etmiş… İkinci kız bebek de doğmuş bu arada. Şimdi bir yaşında. Üvey baba kamu davasından 18 ay ceza almış ve hapse girmiş. Anne çocuğuna bez ve mama almak için eşyalarını satmaya başlamış. Ardından da anne evine dönüş... Eşi cezaevinden çıktıktan sonra yeniden ev tutup eşya alacaklarmış.
Ece okulda yalnız kalsa işe girip çalışabileceğini söylüyor. Ama bu şartlarda bunun mümkün olmadığını da...
Ece, okulu sevmediğini, sınıfı sevdiğini söyledi. Neden sorusuna gelen cevap teneffüste onu bırakıp gitmekten, yalnız kalmaktan korktuğunu anlattı. Misafirliğim bittiğinde Ece’nin elinden tutup okula gideceğimi düşünmüştüm. Yanılmışım, hem de çok yanılmışım. “Annem gelecek!” Kucağında bebek… “Anneannen gelsin…” Anneanneyle birlikte okula doğru yola koyulduk… Ardından ağlayan bebeği de kucağına alıp taşımak istedi, kızının bebeğe bakamayacağını söyleyip durdu yol boyunca. Arka kapıdan girdik. Öğretmenler odasını gösterdim, okulu gezdirdim. Zil çaldığında Ece yoktu, eve gitmişlerdi. İkinci ders geldiler anneyle. Anneyi sınıfta ve bitişiğinde istiyordu. Sürekli böyle olmayacağını dışarıda kalabileceğini söyledim. Ağlamak diye buna derim. Böyle ağlayan görmedim. Annesinin sınıfa giremeyeceğini, sınıfta bizimle yalnız kalmasını söylememle birlikte Ece bastı yaygarayı… Tesadüfen koridordan geçen rehber öğretmenimiz anne-kızı odasına çağırdı.
Bir ders gelmediler. Geldiklerinde ise Ece yine isyanlardaydı. Anneye dokunsan ağlayacaktı. Bir ders çizgi çalışmasına katıldı. Bir çizgi bir anneye bakış, kontrol… Teneffüs bittiğinde baktım ki anne de yok Ece’de yok. Günler ilerliyor, ben Ece ile ilerleyemiyordum. Okula hiç gelmemektense günde üç ders gelmesini önerdim. Aile çok sevindi. Onlar için de kolay değildi sınıf beklemek. Ailesi uygun olunca sınıfıma geliyor, üç ders kalıp gidiyorlar.
Anne işe başladı. Anneanne de torununa bakınca, dede de rahatça işinde. Geriye otuz yaşındaki dayı kalıyor da… 8-4 mesaisine kalınca Ece okula gelemiyor. Okul çıkışları yaptığımız etkinlikleri dedenin çalıştığı işyerine bırakıyorum. İletişimi devam ettirmek ve erişim sağlamak için…
Tecrübemle öğrencimi okula bağlayabileceğimi düşünmüştüm. Yanılmışım. İlk kez böyle bir durumla karşılaşıyordum. Öğrencimin okula devamını nasıl sağlayabileceğimi düşünüyorum, ama sadece düşünüyorum, düşünebiliyorum… Üç ders velisiyle kalıp gitmesinden başka bir şey bulamadım. Dayı iş çıkışı öğrenciyi evden alıp okula getiriyor. Dayı arkada tek başına oturuyor. Ece’yi en sosyal öğrencimle oturtuyorum. Teneffüste arkadaşının elinden tutup bahçeye çıkmalarını sağlıyorum. “Dayım da elimi tutsun.” Tutuyor. Tutmazsa bahçeye çıkmıyor. Bahçede bile oynarken dayısının bir eli bir elinde. Yanlışlıkla oyuna dalıp da elini bıraktığında, bir an bağırıyor “Dayı!” Dayısını görünce susuyor. Tuvalete bile gidemiyor…
Kızlar okumalı, geleceğin anneleri eğitimli olmalı. Desteğinizi ve önerilerinizi bekliyorum. Bir ara “Haydi, Kızlar Okula Kampanyası” vardı. Ben de haydi Ece okula diyorum… Haydi, rehberlik öğretmenlerim, uzmanlarım ve öğretmenlerim, Ece için el ele vermeye var mısınız? Ece’yi kazanmak için bilgi, tecrübe ve çözüm önerilerinizi bekliyorum…
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...