MEMURUN FABRİKA AYARLARI!
FABRİKA AYARLARINA DÖNEBİLMEK!
Hasan, Ceza İnfaz Kurumuna öğretmen olarak atanmıştı.Atanma şartları çok ağırdı.KPSS’den yeterli puanı almak yetmiyor, tam altı ay süren ağır bir güvenlik soruşturmasından geçmesi gerekiyordu.Güvenlik soruşturma evrakının en can alıcı değerlendirme bölümünde;
“Paraya düşkün olmamak”, “Kadına düşkün olmamak” , “Kumara düşkün olmamak..” ibarelerini görünce çok şaşırmıştı. Sanki Topkapı Sarayına “Harem Ağası” alacaklardı!.Bütün aşamaları geçip göreve başladı.Kurumun servis otobüsüyle işine gidip geliyordu.Her sabah olduğu gibi yine servise bindi, cam kenarına oturdu.Bir sonraki durakta yanına birinin oturduğunu fark etti ama pek oralı olmadı.Camdan kalabalık caddeyi izlemeyi tercih etti.Yanına oturan kişi bu ilgisizliğe dayanamamış olacak ki hemen muhabbeti başlattı;
“Merhaba Hocam, ben Halil…”
Hasan, selam veren kişiye dönerek kim olduğunu anlamaya çalıştı ama tanımıyordu.
“Merhaba, bende Hasan..”
“Siz yeni atanan öğretmen olmalısınız, hayırlı olsun..”
“Sağolun, teşekkür ederim.Siz necisiniz?.”
“Ben, kurumun alım satım memuruyum.Kuruma bir toplu iğne alınacak olsa ben alırım, yakıt alınacak olsa ihalesini ben yaparım.Ben olmasam bu kurum batar.Şu bindiğimiz servisin bile ihalesini ben yapıyorum.Başımızdaki müdürlerin, amirlerin hiç biri anlamaz bu işlerden.Ben kurumun bel kemiğiyim..”
“Yaa! Çok önemli bir görev yapıyorsunuz demek..”
“Sen ne diyorsun? Ben olmasam ay başında personel maaş bile alamaz.Kurum batar, müdürler soruşturma geçirir, doğuya sürgün edilirler…”
Hasan, çok önemli bir mevkide görev yaptığını üstüne basa basa anlatan ve ağzından tükürükler saça saça durmadan konuşan bu adamı tepeden tırnağa süzdü.Hem dinliyor hem de tanımaya çalışıyordu.Orta boylu, tıknaz bir yapısı vardı.Gözleri cin gibi dört dönüyordu.Yaşı kırk elli arası gösteriyordu ama saçları kömür karası gibi simsiyah boyalıydı.Başının üstünde duran rayban güneş gözlükleri “ben kalite adamım” mesajı veriyordu.Üzerinde genç liseli kıyafetleri vardı.Bıçak gibi ütülü, kalite bej bir pantolon, parlak kol düğmeleriyle kendini gösteren beyaz bir gömlek, lacivert kuruvaze ceket, zincirli ve parlak altın sarısı iğneyle gömleğe tutturulmuş kıpkırmızı bir kıravat ve rugan ayakkabılar.Konuşurken ellerini hareket ettirince sol bileğindeki Espirit marka şık kol saatiyle sağ bileğindeki altın bileklik “ben buradayım” diyordu.
Hasan’ın iyi bir dinleyici olması alım satım görevlisi Halil Bey’i daha da coşturmuştu.
Ben var ya ben…Bu kadar çok önemli işleri yapmama rağmen kurumda en düşük maaşı ben alıyorum..”
“Nasıl yani?”
“Mevzuat böyle…Yirmi altı yıllık memurum aldığım maaş bir buçuk milyon..Yeni göreve başlayan infaz koruma memurlarının bile maaşları iki milyon lira”
“Ama nasıl olur? Bütün kurum sizden sorulsun, bütün ihaleleri siz yapın, ama en düşük maaşı siz alın.Bu işte bir yanlışlık olmasın..”
“Bir yanlışlık yok.Anbar memurlarının maaşları böyle.Rahmetli Özal ne demişti biliyor musun?”
“Hayır, bilmiyorum..Ne demiş..?”
“Benim memurum işini bilir, demişti.Ben de işimi biliyorum.İş bilenin, at binenin, kılıç kuşananın, demiş atalarımız..”
“Yani.. Düşük maaşla geçinmeyi öğrendim mi demek istiyorsunuz?”
“Bu maaşla geçinmeyi bırak, ayın ortasında bile aç kalır, nefesin kokar.”
“Nasıl yani?”
Halil Bey, sahip olduğu kendine has kozmik bilgileri yeni yetme acemi öğretmenle paylaşmak istemediğinden kestirip attı.
“Sen bu işlerden anlamazsın Hoca…Anlasaydın zaten öğretmen değil, anbar memuru olurdun..”
“….!!?”
“Neyse Hoca!...Bu servise son binişim, lojman talebinde bulundum.Bir haftaya kadar lojmana taşınıyorum…”
Bu sırada servis otobüsü kuruma gelmişti.Hasan’ın iyi bir dinleyici olduğunu anlayan Halil Bey servisten inerken bile konuşuyordu;
“Seni sevdim be Hasan Hoca!…Ben adamı gözünden anlarım.Sen adamın hasına(çok safsın, gel biraz gözünü açayım dercesine) benziyorsun.Öğle arası benim odaya gel, bir şeyler içer, laflarız biraz…”
“Tamam, gelirim..”
********
Halil Bey, öğle araları kurum dışına çıkar ve ana yol kenarındaki kaldırımda tur atardı.Üzerindeki kıyafet hep aynıydı.Genç bir liseli gibi giyinir, yaşının gereği klasik elbiseler giymezdi.Her öğlen kaldırıma çıkar, bir eli cebinde, diğer elinde sigarası hızlı ve kıvrak adımlarla volta atardı.
Liseli gibi giyindiğini söyleyenlere;
“Sizin içiniz geçmiş.Beni çekemiyorsunuz.Benim gönlüm genç.On sekizlik delikanlı gibiyim, ikinci baharımı yaşıyorum” derdi.
Gönlü genç Halil Bey, kuruma yeni atanan genç bir katibeyi gözüne kestirdi.Müdür Bey’le görüşüp memureyi kendi bürosunda görevlendirdi.Kısa zamanda iş öğretiyorum modunda iken genç katibeye gönlünü kaptırıp platonik aşka tutuldu.Ama katibenin bundan haberi olmadığı gibi Halil Bey’i “baba” yerine koyuyor ve saygıda kusur etmiyordu.
Halil Bey’in eşi Arzu Hanım güngörmüş, bilgili bir öğretmen emeklisiydi.Kocasındaki hercai davranışları hoş görüyor, onun azgın teke dönemini yaşadığını düşünüyordu.Kocasının ipleri Arzu Hanımın elindeydi ve onu Karagöz-Hacıvat gibi oynatıyordu.Son zamanlarda Halil Bey’in dalgınlığından ve her akşam balkona kurulan çilingir sofrasında“oofff” , “ooofff” şeklinde ciğeri yanık iç çekişlerinden huylanmıştı.Kocasının çakır keyf olduğu bir zamanda dilini çözmeye çalıştı.
“Haliiil, söyle bir tanem.Yüreğini hoplatıp sana of çektiren kim? ”
Halil Bey’in alkolden mayışmış dili çözülüverdi, evli olduğunu unutup katibeye olan aşkını eşine anlattı.Arzu Hanım, kocasının aşık olduğu bu genç katibeyi çok merak etti.Ertesi gün öğle arası hiçbir şeyden haberi olmayan genç katibeyi lojmanlardaki evlerine çay içmeye davet etti.Genç katibe, Arzu Hanım’ın ablalığından o kadar çok hoşlandı ki her öğlen evine çaya gitmeye başladı. Bu öğle çaylarına Halil Bey’de dahil olmaya başladı.
Bir gün genç katibe, Arzu Hanımı evde zannederek lojmana çaya gitti.Kapıyı Halil Bey açtı.Genç katibeyi içeri alan Halil Bey, dayanamayıp sarılmaya kalkınca olan oldu. Halil Bey, yüzünde patlayan okkalı bir tokat iziyle kalakaldı.Katibe çetin ceviz çıkmıştı.Öfkesini alamayan katibe, Halil Bey’in satın almalardaki bütün usulsüzlükleri Bakanlığa şikayet etti.Katibenin fendi Halil Bey’i yenmişti.Bakanlık müfettişlerince yapılan incelemede kurumdaki bütün satın alımlarda yolsuzluk tespit edildi.Halil Bey, bütün bu soruşturmalardan emekli olarak kurtulabildi ve bir gece yarısı lojmandan taşınıp izini kaybettirdi.
Halil Bey’in birdenbire emekli olup ilişiğini kesmesi Hasan’ı çok şaşırtmıştı.Memur olabilmek için “Paraya düşkün olmamak”, “Kadına düşkün olmamak” , “Kumara düşkün olmamak..” konusundaki sıkı güvenlik soruşturmasından geçen tertemiz sicilli insanlar nasıl oluyor da zamanla “gönlü genç” ve “işini bilen memur(!)” oluyordu? Anlaşılan Halil Bey, hem kumarda hem de aşkta kaybetmişti…
********
Hasan, her sabah olduğu gibi servise bindi, cam kenarına oturdu.Bir sonraki durakta yanına birinin oturduğunu fark etti ama pek oralı olmadı.Camdan kalabalık caddeyi izlemeyi tercih etti.Yanına oturan kişi bu ilgisizliğe dayanamamış olacak ki hemen muhabbeti başlattı;
“Merhaba, ben Nuri..”
Hasan, selam veren kişiye dönerek kim olduğunu anlamaya çalıştı;
Vıcık vıcık jöle sürülerek arkaya taranmış kömür karası saçların üstünde dikkat çekici ray ban gözlükler, fırıl fırıl dönen boncuk gözler, şık bir kruvaze ceket ve içindeki cingen pembesi gömlek, altın iğneli kıpkırmızı ipek kıravat gözlerini kamaştırdı.Televizyondaki çarkı felek yarışmasının sunucusu gibiydi.Gayri ihtiyari mukabelede bulundu;
“Merhaba, memnun oldum bende Hasan.Sizi daha önce görmedim, yeni mi atandınız?”
“Evet Hocam, ben yeni anbar memuruyum.”
“Hayırlı olsun..”
“Sağolun Hocam”
“Anbar memurluğunun maaşı düşük değil mi, niye bu mesleği seçtiniz..?”
Boynuz kulağı geçer derler ya..Yeni anbar memuru eskisini aratmayacak bir pişkinlikle sırıtarak cevap verdi;
“Hocam, “işini bilmeyen çavuşlar, döner kıçını avuçlar” demiş atalarımız.İşini bilen memur olursan bey olursun, paşa olursun, kimse sana hesap soramaz…”
“Anladım, sizde işini iyi bilen memurlardansınız yani..”
Bu sırada yeni anbar memurunun gözleri servise binen katibeye takıldı.Katibe yerine oturuncaya kadar onu göz hapsinde tuttuktan sonra merakla sordu;
“Hocam, biraz önce servise binen afeti tanıyor musun? Kimin nesi, kimin fesi?”
“……..!!!?”
Hasan, derin düşüncelere daldı.Bu memurların hepsi aynı fabrikanın malı gibi duruyorlardı. “Gönlü genç olan” , “Paraya düşkün olmayan!”, “Kadına düşkün olmayan!” , “Kumara düşkün olmayan!”…Öyle bir şey ki, “Gelen gideni aratmıyordu!” Bir tek kusurları vardı. Ne format atılabiliyor nede “Fabrika ayarlarına” döndürülebiliyorlardı…
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...