KIRIKÇI
KIRIKÇI-ÇIKIKÇI DAVASI
Ortopedi doktoru, elindeki kesici aletle cocuğun kolundaki alçıyı büyük bir dikkatle keserek çıkardı.Uzun süre alçıda kalmaktan iyice beyaz renge dönen kolu kavrayarak kırığın kaynadığı bölgeye ulaştığında büyük bir hata yaptığını farketti.Kemikler yerinden çıkmış, uç uca değil, yan yana kaynamıştı.Kendisini dikkatle izleyen çocuğun babasına tedirginliğini hissettirmeden çocuğa seslendi;
‘Kolunu aç kapat bakalım delikanlı, nasıl olduğuna bir bakalım’ dedi.
Çocuk ne kadar zorlasa da kol ne kapanıyor nede açılıyordu. Biraz zorlamaya kalktı ama çocuk can acısından ağlamaya başlayınca bıraktı.Kendi kendine düşünüyor ve ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Yanlış kaynayan kolu kırıp yeniden alçıya almak en akıllıca bir tedavi şekliydi ama birden aklına geleni çocuğun babasına söyleyiverdi;
‘Yapacak bir şey yok, bu kol böyle kalacak...’
Çocukta babası da şaşkındı. Baba heyecanlanarak bağırmaya başladı;
‘Doktor, ne demek yapacak bir şey yok.Bu basit bir kırık, nasıl düzelmez...?’
Doktor gemileri yakarak, geri dönülmez bir tavırla, umarsız bir şeklide konuşmaya başladı;
‘Bana bakın, burası hastane, yani devlet dairesi. Ben de doktorum, Benden iyi mi bileceksin?Fazla dırdır etmeyin, yapacak bir şey yok, çıkın dışarı. Sırada bekleyen hastalara mani olmayın, yoksa güvenliği çağıracağım...’deyince baba iyice dellenip bağırmaya başladı;
‘Hay ben senin gibi doktorun...’
Kapıda bekleyen birkaç hasta bakıcı tarafından zorla dışarı çıkartılan baba bas bas bağırmaya devam etti.
‘Bunun hesabını vereceksin, çocuğumu sakat bıraktın, daha on üç yaşında bu çocuk.Hayatını kararttın çocuğumun. Kasapsın sen kasap, hepiniz kasapsınız..’
Bir hafta içinde ne kadar sağlık kuruluşu varsa hepsini dolaştılar ama aldıkları cevap aynıydı;
‘Bu kolu kim alçıya aldıysa ancak o düzeltebilir, biz ellersek sorumluluk altına gireriz’ diyerek topu taca atıyorlardı.Çocuğun sakat kalma riski babayı iyice dellendirmişti. Geçmiş olsun ziyaretine gelen bir akrabasının tavsiyesine uyarak yakın köydeki kırıkçı-çıkıkçıya gitmeye karar verdi.Bir ümit belki çocuğun kolu düzelebilirdi.
Orta boylu, zayıf görünümlü, saçları beyazlamış ihtiyar bir delikanlıya benzeyen kırıkçı akşamdan kalmış, ağzı leş gibi rakı kokuyordu.Kırıkçının keş olması babanın umrunda değildi.Önemli olan çocuğunun bir an önce iyileşmesiydi. ‘Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez’ derler ya.’Denize düşen yılana sarılır’ misali çare nerden gelirse gelsin razıydı.
Kırıkçı titreyen elleriyle çocuğun kolunu alıp kontrol ettikten sonra çok bilmiş bir edayla konuşmaya başladı;
‘Ben bu kolu ellemem, doktor ellemiş bunu, keşke daha önce getirseydiniz...’
Baba dayanamayıp ağlamaya başladı, gözyaşları içinde adeta kırıkçıya yalvarmaya başladı;
‘Elini ayağını öpeyim, nolur yardım edin.Ne kadar para istersen veririm, tarlamı satarım, arabamı satarım.Yeter ki iyi et oğlumun kolunu...’
‘Yapamam, doktor ellemiş bunu, sorumluluk alamam...’
‘Allah rızası için, nolur?. Beş vakitte duacınız olurum, istediğin kadar para veririm, yeter ki çocuğum sakat kalmasın...’
Kırıkçı bir eliyle kırçıl saçlarını kaşırken vicdani sızlamış edasıyla;
‘Yapmazdım ama çocuk ömür boyu sakat kalmasın diye yapıcam’ Baba sevinçten deliye dönmüştü;
‘Allah ne muradın varsa versin, Allah razı olsun...’
Kırıkçı çocuğun babasının kulağına fısıldayarak;
‘Önce yanlış kaynayan kolu kırmam gerek.Canı yanmasın diye balık yağı ile iyice ovucam.Sana bir tavuk tüyü vericem, sen arkadan çocuğun kulağına, ensesine tüyü değdirerek dikkatini çekmeye çalış.Ben kolunu ovalarken, o kolunu kendisi çekecek ve kol kırılacak, tamam mı?’
‘Tamam, anladım...’
Kırıkçı hemen işe girişti.Çocuğun koluna balık yağı sürerek ovalamaya başladı.Çocuk kolunun kırılacağını tahmin etmediğinden çok rahattı.Babası arkasından arada bir kulağına ensesine tavuk tüyünü değdirdikçe dikkati dağılıyor, arkasına dönmeye çalışıyordu.Kırıkçı kolun iyice yumuşadığından emin olunca çocuğun karnına bir gıdık atıverdi.Çocuk ani bir hareketle kırıkçının ovaladığı kolunu kendine doğru çekince ‘tık’ sesi duyuldu.Kol kırılmıştı ama çocuğun canı yanmadığı gibi kolunun kırıldığından haberi bile olmamıştı.Kırılan kolu iki eli ile ovalamaya devam ederken babaya seslendi;
‘Tamamdır, kırıkları yerine oturttum...’
Babaya doğru dönüp;
‘Ben alçıyı hazırlayana kadar sen otuz beşlik rakı getir’ deyince, Baba bir koşu bakkala gitti. Kırıkçı eline bir kalıp zeytinyağından yapılmış sabun aldı. Kör bir bıçakla bir bezin üzerine rendelemeye başladı. İki yumurta kırdı, sarısını ayırıp akını rendelenmiş olan sabunla bulamaç haline getirdi. Bu arada babanın alelacele getirdiği rakının kapağını ağzıyla açarak bir miktar rakıyı bulamacın içine döktü, bir yudumda fondip yaptı. Bulamacı karıştırmaya başladı.Bulamaçlı bezi alarak çocuğun koluna yapıştırarak sardı.Bisküvi kartonundan kestiği mukavvayı atel olarak hazırlayıp kola sıkıca bağladı ve çocuğun boynuna bir eşarpla asıverdi.
‘Haydi bakalım, geçmiş olsun.Bir hafta sonra kırık kaynar, on günde top oynamaya başlar.Ağrısı da sızısıda olmaz.On beş gün sonra gelin kontrol edeyim...’
Baba çok sevinmiş, kırıkçının ellerini öpmeye başladı.Bu arada cebinden bir tomar para çıkartıp kırıkçının eline tutuşturuvermişti.Sevincine diyecek yoktu;
‘Allah razı olsun, Allah ne muradın varsa versin, ellerin dert görmesin...’
Baba-oğul, on beş gün geçince soluğu kırıkçının yanında aldılar.Kırıkçı bir doktor edası ile koldaki sargıyı açtı.Biraz balık yağı sürerek ovalamaya ve kolu açıp kapatmaya başladı.Kol sanki hiç kırılmamış gibi hareket ediyor, sağa sola dönebiliyordu. Baba, sevinçle cebinden çıkardığı bir tomar parayı kırıkçının eline tutuşturuverdi.
Kırıkçıdan oğluyla birlikte sevinçle çıkan baba çarşıda kardeşiyle buluştu.Hep beraber Devlet Hastanesine giderek çocuğunu sakat bırakan doktorun karşısına dikildiler. Kapıyı kapatıp doktora bağırmaya ve içerdeki eşyaları kırıp dökmeye başladılar;
‘Pabucumun doktoru seni, çocuğumu sakat bırakırsın ha!. Sen nasıl doktorsun?Senin iyi edemediğin kolu falanca köydeki ilkokul mezunu kırıkçı tedavi etti. Tuh, senin sıfatına..’ deyip doktoru darp etmeye başladılar.Olay adliyelik olunca taraflar Hakimin huzuruna çıktılar.
Kalın ve bed sesli mübaşirin bağırtısı bütün koridoru inletmeye başlamıştı;
‘Doktor Davuuut, Baba Bekiiirr, Amca Tekiiirrr, Kırıkçı Kamiiiil, Çocuk Çetiiin...!’
Bir gün öncesinden dava dosyasını inceleyen Hakim ilk defa böyle bir dava ile karşılaşıyordu.Emsal davalarda kırıkçı-çıkıkçı dosyalarına bakmıştı ama ilk defa doktoru darp eden kırıkçı olayı ilgisini çekmişti. Mahkeme salonunda çıt çıkmıyor, kalın gözlüklü Hakimin sayfalarını çevirdiği dosyanın sesi herkesin içini ürpertiyordu. Huzurdakiler, Hakimin sert ve kırış kırış olmuş yüzüne bakamıyor, nefes bile alamıyorlardı.
Bir asır gibi gelen derin bir sessizlikten sonra Hakim gıcıklaşan boğazını bir canavarın kükreme edasıyla temizledi.Gözlerini doktora dikerek;
‘Söyle bakalım Doktor, seni kırıkçı niye dövdürdü?’
‘Ben kırıkçıyı tanımam Hakim Bey, niye beni dövdürdü bilmiyorum..’
Hakim dosyanın içeriğini okumuştu.Gözlerini doktora dikerek;
‘Hastanız olan çocuk Çetin’in kırık olan koluna uyguladığınız yanlış alçılama sonucu kalıcı hasar oluşmuş, doğru mu?’
‘Doğru değil efendim, çocuk çok hareket edince kırık yerinden çıkıp yanlış kaynama yapmış...’
‘Yanlış kaynayan kolu niye düzeltmedin?’
‘Hakim Bey, ben düzeltecektim ama çocuğun babası bana hakaret edince odadan kovmak zorunda kaldım, onlarda kırıkçıya yaptırmışlar kolu...’
‘Kırıkçı seni tanımıyor, dövdürmedim diyor. Çocuğun babası da kırıkçının bu olayla ilgisi yok diyor, buna ne diyorsun?’
‘Kırıkçı dövdürmemiş olabilir ama kavga sırasında beni kırıkçıyla kıyas etmelerine dayanamadım. Hay seni doktor yapana, bir kırıkçı on doktora bedel, sen beş para etmezsin, diplomanı al münasip bir ......!, dediler...’
Hakim çocuğun babasına dönerek;
‘Sen söyle bakalım, doktoru niye darp ettiniz?’
‘Hakim Bey, doktoru darp ettiğimiz doğrudur, bir daha olsa yine döverim, çünkü haketti. Çocuğumun kolu iyileşti ya ben ona bakarım. Adaletin vereceği her cezaya razıyım.’
Karşılıklı şikayet ve açılan davalar sonucunda baba ve kardeşi basit yaralamadan cezaevine gönderilirken, kırıkçı ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Gökten üç elma düştü, biz çıkalım kerevetine. Biri, sürgün giden beceriksiz Doktorun başına, biri çocuğun babasının başına, diğeri de her gün kafayı çekip kırık düzelten kırıkçının başına...
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...