Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
GAZETE KAĞIDINA SARILI YÜREKLER 2 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

GAZETE KAĞIDINA SARILI YÜREKLER

Öğretmenler Günümüz Kutlu olsun.

Günce - anı : Sevgili arkadaşım Selda YAMAÇLI'ya ait. 

****************************************

Hava, orada yaşayanlara göre her Kasım’da olduğu gibi, ona göre hiçbir Kasım’da olmadığı kadar soğuktu. Öyle bir soğuk ki burun, kulak, göz ne kadar duyu organı varsa duyarsızlaştıran.

Tam karşısında ki duvar köşesini, eski tek kapılı buzdolaplarının haftada bir karlanan buzluklarına benzeten,verilen nefesin geri alınmasına fırsat vermeden kipriklerinde donmasına neden olan bir soğuk.

Oysa onun bildiği soğuk en fazla kaban giydirir, biraz da titretirdi içini o kadar.

Gözünü açar açmaz meşgul olduğu bu Kasım-soğuk muhasebesini beyninin daha sıcak bir köşesinde bıraktı.

İkinci el çekyattan bozma, sıcak olması gerekirken olamayan yatağından doğrulup ,perdeyi araladı.

Pamuk pamuk yağıyordu kar.

Kalkıp elini yüzünü yıkama vakti gelmiş de geçiyordu.

Ayakları; anne evindeyken asla giymediği, giyse de hangi odada unuttuğunu hatırlayamadığı ama son üç aydır sıkı dost olduğu terliklerini aradı, buldu.

Biri kırmızı biri mavi puanlı.

Teklerini bulmaya hiççç uğraşamazdı, öylece geçirdi ayaklarına.

Yerinden kalkmadan uzandı sandalye üzerindeki annesinin eski yeşil hırkasına.

Genellikle eski giyinirdi zira ya soba yakarken ya da su getirirken yırtılıp, yanıp, çamur olabilirdi.

Zaten yeni olsa da bu olasılıklardan en az bir tanesi kesinlikle gercekleşir ve giysiye kısa zamanda eski sıfatı yapışırdı.

Bir ayağında kırmızı bir ayağında mavi puanlı terlikleri, omzunda eski anne hırkası, hayli uyumsuz bir kılıkta ilerledi 1 metrekare banyosuna. Yıkadı elini yüzünü buzlu suyla.

Sıra tahtasından yapılmış ikili rafından alüminyum çaydanlığını aldı.

Tek başına da kahvaltı yapılmaz ki. Kahvaltı yapmakta ne? Tek başına da kahvaltı edilmez ki.

Yok bu da olmadı. Bu kahvaltılıklar tek başına da yenilmez ki diye en doğru cümleyi bulduğunu düşünüp rahatladı. Su için bidona elini attı. Bidon oldugundan ağırdı. Donmuştu :( :(eksi bilmem kaç derecedeki gecede ,yattığı odaya almayı unutmuştu.

İkisini de olduğu yere bıraktı. ''Zaten canım çay içmek istemiyor'' dedi. Suya ve çaydanlığa kızgın ve küskün bir dudak büzerek.

Kapı arkasına asılı; Meryem'in ''Annem tandır yaptı, kete de getirecedim ama yolda Hanoların iti govaladı, düşürdüm üğretmenim''diyerek dün getirdiği kenarı kurumuş tandır ekmeğiyle tel peyniri sarıp yedi hızlıca. Hızlıca ,herşey hızlıca burada. Tuvalete gitmek hızlıca, el yıkamak ,hele banyo yapmak daha da hızlıca.

Hızlıca eşek alınır komşu ahırdan. Hızlıca bidonlar yüklenir sırtına. Hafta sonları saat 6:00 da minübüse koşulurdu hızlıca. Bu kadar hızlı hareketlerle yaşanan bu yerde, bir tek zaman ağır ağır ilerler, geçmek bilmezdi inadına. ''Zaman sen çık aradan.Şimdi hızlı hızlı giyinme ,hızlı hızlı okula gitme vakti ''dedi.

''Personel, kılık kıyafet yönetmeliğine uymaktadır''diye ilçeye gönderdiği 243'e bilmem kaç resmi yazısının aksine: likralı, ütü izsiz pantalonunu, sıcak suyla yıkayıp daha da kalınlaştırdığı kalın yün kazağını giydi, tabi yine hızlıca. Son bir kez bakarken aynada yönetmeliğe uymayan kıyafetine, anılı bir gülümseme belirdi dudaklarında.

Kendisinin; ''Ben çok bakımlı bir öğretmen olacağım. Şıkır şıkır gideceğim her gün okula''sözlerine karşılık

Annesinin: ''Korkarım saçını bile taramaya vaktin, fırsatın ve isteğin olmaz''cevabını hatırladı aynada dağınık saçlarını görünce.

Hayır, o kadar da bakımsız değilim diye gülümsemesini hemen ciddi bir ifadeyle yer değiştirtti. Bunu ispatlamak istercesine aldığı 60 faktörlük güneş kemini, kar kremi olarak sürdü yüzüne.

Evet, şimdi daha iyiydi. Saçlarını da tarayıp toparlarsa şıkır şıkır olmasa da, annesinin dediği gibi bakımsız da olmayacaktı. Birazdan giyeceği kahverengi, tüylü çizmelerini hesaba katmadı tabi:):):)

Çizmeler ayağında, bir eline kitapları, bir elinde balta, tek sürgülü tahta kapısını açıp günlük koşturmacasına; hızlıca koştu odunluğa. Yeteri kadar odun ve çıra kırmalıydı. Aslında bu işi Ahmet amcanın oğlu Sedat yapmalıydı.

Dün gelip: ''Huğcaaa, sen mazutun teneğesi gaç guruş bilin mi?'

Çocuk he yaparım demiş amma(çocuk Sedat ta 32 yaşında) olmaz, kurtarmaz 60 lira iki ton oduna''diyerek, anlaşmayı bozana kadar.

Ahmet amca onun sözlerini hiç dinlemeden, mazot fiyatı üzerine tek kişilik konferansını vermiş, onu kırılmamış iki ton odunla başbaşa bırakmıştı.

''Sana da, oğluna da, mazotuna da'' diye söylenerek kırarken son çırayı, parmağının ucundan beynine hızlı bir acı ileti ulaştı.

Parmak ucunda; yarısı ayrılmış et parçası ve kana, ağzında da kocaman bir ahhh a dönüştü bu ileti yolculuk sonunda. Baltayla olmazdı, keserle kırmalıydı çırayı biliyordu oysa.

Tekrarladı, ''Ahmet amca ,sana da,oğluna da,mazotuna daaa...''

Avucuna aldığı baş parmağını sıkıca tuttu. Minik kan damlaları düşürerek kara, hızlıca koştu beyaz badanalı lojmanına. Parmağını sarmaya çalışırken kapı çaldı.

Gelen çocuklar olmalıydı.

''Üğretmenim kapı kapalııı''

'' Evet canım kapalı, alın anahtarı ben geliyorum şimdi''diye uzattı anahtarı.

İlk yardımını da yapıp, bu güne önce oduncu, sonra hemşire olarak başladı.

Artık asıl görevine dönme, öğretmen olma zamanıydı. Odunluğa uğrayıp kırdığı odunları kucakladı.

Yolda minik eller yardımına uzandı ailelerinin duyarsızlığına inat gibi.

Hepsi, yanmayan sobanın başına toplanmıştı içeriye girdiğinde.

Çok bekletmeden yaktı, artık ustası olmuştu ilk günlerde 20dk yakamadığı sobanın. Sıralar soba kenarına dizildi, çoraplar çıkarıldı. Minik, pis ve morarmaya yakın soğuk ayaklar sıra üzerine, ıslanmış yün patikler ve çoraplar soba kenarına dizildi.

Isınıldı, kurundu teneke sobanın çıtırtısı ve ıslak çoraplardan yükselen, tüyüyle haşlanmış tavuk kokusuna benzer bir kokuyla. Isınan ellerle, kuruyan çoraplar giyilirken Hayat Bilgisi olması gereken derste, tek örgülü uzun saçları ve al al yanaklarıyla İlknur belirdi pencerede.

Birazdan kapı iki tık tıklanıp tüm sınıfın ''geeeeelllll'' emriyle aralandı.

Biraz önceki gellll korosu:

''İlknur geç kaldın.Geç kaldığın için özür dileee'' diye ikinci emirlerini de verdiler, tek örgülü ,uzun saçlı al yanağa

İki eli önde birleşmiş, baş aşağı, gözler yukarıda, belli belirsiz

''Geç kaldığım için üzür dilerim üğretmenim'' diyerek hemen sırasına koştu. Hasta mı, diye düşündü.Tamam yanaklar her daim kırmızıydı ama bugün başka bir şey vardı sanki.

Diz çöküp sırasının önüne alnına dokundu. ''Hasta mısın?'' Cevap vermedi. Onun yerine, her söze verecek bir cevabı olan yüzü orta çilli, kepçe kulaklı, önden iki eksik dişli Cihat:

''Hasta deel üğretmenim. Dün gördüm babasıynan samgaşa gitti''

Güldü Cihat'a, İlknur'a dönüp tekrar sordu:

‘’İyi misin?''Yine cevap yoktu. Hasta da değil çünkü ateşi yoktu.

Dizleri üzerinden doğruluyordu ki, tek örgülü uzun saçlı al yanak, başını sıranın altına sokup hızlıca çantasından gazeteye sarılı bir paket çıkarıp uzattı. Sıra arkasından bir kol, kafa yok gövde yok!

Bu ne şimdi? Şaşkınlıkla uzatılan paketi aldı. Sıraya oturup, çenesinden tutup kaldırdı gizlenmiş, utangaç başı. Gözleri hala sıra altındaki al yanağa sordu:

''Bu ney tatlım?'' ı ıhhhh yine ses yoktu. Üst dişleriyle alt dudağını ısırıp, gülümsemeye başladı. Gözleri hala sıra altında.

İlknur ve gözlerini sırayla baş başa bırakıp gazete paketini açtı. Bu da ney? diye düşünürken, aşağıdan gelen ince bir sesle söylenen sihirli sözcükler tüm sorularının cevabıydı.

''ÜĞRETMENLER GÜNÜN KUTLU OLSUN ÜĞRETMENİM'

''Tek örgülü, uzun saçlı al yanaktan ilk öğretmenler günü hediyesini almıştı. Dünyanın en masum sunuluş tarzıyla, en değerli ve ilginç hediyesiydi onun için. Yarısı yenmiş peynirli çubuk kraker. Neden mi?

Köy bakkalında bulunmazdı peynirli çubuk kraker, belliki önceki gün Sarıkamış'tan alınmıştı.

Bu gün öğretmenler günü ne hediye etsem derken, o gün onun için en değerli şeyini, dayanamayıp yarısını yediği krakerinin diğer yarısını kendince paketlemiş ve onunla paylaşmıştı.

Şimdi ne soğuk, ne Ahmet amca, ne kırılmayan odunlar, ne de kenarı kesilmiş baş parmağı canını acıtabilirdi. Bu gün bir kez daha farkına vardı ki yaptığı iş dünyanın en güzel mesleğiydi.

İyi ki öğretmendi.

İyi ki bu karşılıksız seven minicik yüreklere sahipti.

 

 

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...