YAŞADIĞIM BİR ÖYKÜYÜ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.
Birinci sınıfı okutacağım. O yıl çocuklar okula gelirken mutlu olsunlar diye sınıfı rengârenk süslemiştim. Tam bir çocuk yuvası gibi cıvıl cıvıldı. Bir iki gün hep oyun oynayıp eğlendik. Bir hayli memnun ve mutluydu çocuklar. İşte tam o sırada Erdem bana bir soru sordu: “Öğretmenim, okul hep böyle mi olacak?” dedi. Düşünmeden boş bulunup: “Evet” yanıtını verdim. Bunun ilerde bir soruna neden olabileceğini fark ettim; ancak söz ağzımdan çıkmıştı, iş işten geçmişti.
Sonraki günlerde cümle öğretimi yöntemiyle okuma yazma çalışmaları başladı. Dersin tam orta yerindeyiz. Yapılan etkinliğin sonrasında cümleyi deftere yazmaları için yardım ediyorum. Defterlere yazı yazılıyor, tek tek dolaşıp kontrol ediyorum. Nasıl yazdıklarını, kalem tutuşlarını, harfleri doğru yönde yazıp yazamadıklarını görmeye çalışıyorum. Sessizlik var. Kimi çocuk dilini dışarı atıyor. Kimisi kalemi sıkı sıkı tutuyor. Yanlış ve ters yazanlar var. Her birinin kulağına eğilerek nasıl davranıp nasıl durmaları gerektiğini tek tek göstermeye çalışıyorum. Üç kuralımız vardı: Doğru yazmak, düzgün yazmak, çabuk yazmaktı. Elli kadar öğrencim var. Tek tek ilgilenmem gerekiyor. Herkes yazmakla meşgul olduğu için sınıf bir hayli sessiz. O arada “şaaak!” diye bir ses duydum. Bu ses, bir defterin tahtaya doğru fırlatıldığının sesiydi. Hemen arkasında, öfkeli bir ses: “Yalancı hani hep oyun oynayacaktık, ben artık yazmak istemiyorum!” dedi. Ses bütün sınıfta yankılandı. Bir an sessizlik oldu. Hemen peşinden bütün sınıf hareketlendi. Bütün çocuklar bana yöneldiler. Benim duymadığımı sanarak beni uyarmaya çalıştılar. Çocuklar bir ağızdan söylenmeye başladılar. Büyük bir telaşla: “Öğretmenim Erdem size küfür etti.” demeye başladılar. Birdenbire gündem değişmişti. Bütün bunlar olurken ben zaman kazanmaya çalışıyordum.
Bir karar vermek zorundaydım. İki olasılık arasında gidip geliyordum. Ya sert çıkıp Erdem’i azarlamalıyım ya da ona anlayış gösterip hoş görmeliyim. Aslında ikincisi daha akılcı; ancak göstereceğim tutum, diğer çocukları da böyle davranmaya teşvik edebilir mi diye endişeleniyordum. Her ne olursa olsun bir karar alıp bir tutum belirlemeliydim. Benim sessizliğim çocukların merakını arttırıyordu. Onlar için Erdem çok büyük bir suç işlemişti. Öğretmene küfür etmişti. Bunun cezasının ne olabileceğini merak ediyorlardı.
Bütün sınıf Erdem’i cezalandırmamı bekliyordu. Erdem birdenbire bu davranışı yüzünden koca sınıfta tek başına kalmıştı. Birinin onun yanında olması gerekiyordu. Sıranın içinde kaybolmak üzereydi. Erdem’in desteğe ihtiyacı vardı. Sonuç ne olursa olsun Erdem’in yanında olmaya karar verdim.
Tahtaya doğru yürüdüm. Defteri yerden alıp sınıfa döndüm, durdum. Birkaç saniye deftere baktım. “Aferin çok güzel yazmış, bu defter kimin?” dedim.
Çocukların gündemi başkaydı. Erdem bana küfür etmiş. Yalancı demiş. Benim ne diyeceğimi merak ediyorlardı. Bütün çocuklar koro halinde, hayretle: “Öğretmenim, Erdem size küfür etti.” demeye başladılar. Bu olayın etkisini hafifletmeye çalışıyorum. “Çocuklar, bir yanlışlık olmalı, Erdem bana küfür etmez. Erdem beni seviyor. O çok güzel yazmış, biraz yorulmuş. Şimdi herkes kalemini bıraksın.” dedim. Defteri gösterdim: “Kim bu kadar yazmış, elini kaldırsın.” dedim. Yarım sayfa yazanlar ellerini kaldırdılar. “Yorulanlar yazmayabilirler. Size boya ve kağıt vereceğim, siz resim yapabilirsiniz.” dedim. İsteyenlere boya ve kalem verdim.
Erdem’in yanına oturdum. Biraz konuşarak gönlünü alıp, özür dilemesini sağladım. Tahtaya geldi, “Ben çok yorulduğum için yanlış davrandım, özür dilerim.” dedi.
Aslında ilk günlerde çocuğun sorduğu soruya benim verdiğim yanıtın sonucu karşıma böyle çıkmıştı. Kendimi bağlamıştım. Çocuğa söylediğimle, yaptıklarım arasındaki fark çocuğu sinirlendirmişti. Bir de yorulunca bu noktaya geldik.
Çocukların sordukları bazı sorular, bizim için sıradan olabilir; ancak onlar için çok önemlidir.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...