BABAMIN KEMANI
Bir Çanakkale akşamı…
Yaşlı adam, Saat Kulesi civarından geçerken, biri ona ismiyle seslendi. Kendini tanıttı.
“Şu saat kulesini her gördüğümde, hep sizi hatırlıyorum hocam." dedi karşısındaki. "Ve saatleri bilemediğim için bana attığınız tokadı.”
O yaşlı adam, şimdi salonda keman çalıyor... "Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla dolu…" Kemanla birlikte, kalbimin, geçmişin yayları da geriliyor. Bağlama sesi eksik olmazdı, bizim evimizden. İki yıl önce öğrendim, asıl hayalinin keman çalmak olduğunu. Doğum gününde, hediyemin ne olduğunu görünce, bir çocuk gibi sevindi. Kurs da ayarladım. 1 ay, ya gitti ya gitmedi. "Tamam, ben öğrendim." dedi. İna namadım.
"Hiiçç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu.”… ne güzel söylüyor. Gençliğinde, o zamanlar Türkiye'de tek tük olan konservatuarlardan birini kazanmış. Gizlice girmiş, yetenek sınavına. Dedem öğrenince; “Vayy!... Zeki Müren mi olacaksın başımıza?" deyip, tekme tokat kovmuş onu evden. Bir kaç gün sokaklarda kalmış. Sonra bulmuş onu babası, zorla tutup kulağından , öğretmen okuluna yazdırmış. Bunları anlatırken, son kısma kadar sürüyor gülümsemesi... Sevda bahçelerinin çiçekleri hep soldu……
Kahramanımdı o benim çocukken, imzasını taklit etmeye bayılırdım. Okuduğum kitapların büyüsüne kapılıp, inatla İstanbul'a yatılı olarak okumaya gittiğimde, en büyük eğlencesi yatakhanemizin, ondan gelen mektuplardı. Evde olan biten her şeyi, beyitler halinde, kafiyeli, komik anlatan, hafızamda ;zencefilli kurabiye tadında kalmış mektuplar.
25 yıl öğretmenlik yaptı. Ama, öğretmen olmadı. Olmaya çalıştı... Okulda yaptığı müzik faaliyetleriyle nefes aldı yalnız, sanatsal yanı.
Saçları gri beyaz, mavi gözleri gözlüklerinden taşan, kemanla birlikte müziğin ahenginde yok olan o adam; benim babam. Besteleriyle, müziğiyle anılmak yerine, attığı o tokatla hatırlanan...
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...