ÖDEVİMSİ-1 Geçmiş Zaman Olur ki...
(Okuyacağınız bu güncenin, "Aktif Öğrenme İle Öğrenen Sınıflar" dersiyle, yakından olmasa da, uzaktan bir ilgisi vardır. Güncede adı geçmeyen karakterler, gerçek hayattan alınmıştır :) Bir sınıfı bile olmadığından günce yazarının, odasında-odalarında, grup çalışmalarında, zaman içinde yaptığı değişikliklerin nedenleri, naçizane anlatılmaya çalışılmıştır. )
Uzaakk ülkelerin birinde yaşayan, psikolojik danışman olacağını sanan ama mezun olduğunda diplomasında "rehber öğretmen" yazan bir kız varmış.
Öyle geniş bir çalışma yelpazesi çizmişler ki ona üniversitede, "okul" bunlardan sadece biriymiş.
Aklı bir karış havada olduğundan allem etmiş, bir Ruh Sağlığı Hastanesinde 3 ay klinik psikoloji deneyimi kazanmış. Kallem etmiş, bir hastanade valilik kararıyla 3 yıl psikolog olmuş.
Mutlu olmamış olsa gerek kararının geçiciliğinden, bağlı bulunduğu Sağlık Bakanlığı'ndaki bir okula "psikoloji öğretmeni" olarak atanmış, kendi isteğiyle. Çünkü diplomasında yazan "rehber öğretmen" kadrosu yokmuş, o okullarda. Psikoloji, sosyoloji, felsefe hatta edebiyat, ingilizce derslerine girmiş okul idaresinin "Yaparsın, yaparsın!" doğal gazıyla. "Yaparım!" demiş, gençlik galeyanıyla. Hatta bu kadar farklı alanlarda derse girdiğini duyan yetkililer, stajyerliği kalktığında ona yanlışlıkla "meslek dersleri öğretmeni" ünvanı göndermiş :) Müdürü "Dikkatlerinden kaçmıştır, mezuniyet alanın." diye ona dilekçe yazdırmış ve düzeltmişler bu kararı, saçlarını kuleden uzatmaya gerek kalmadan, diplomasındaki ünvanına kavuşmuş sonunda. Yabancılaşmış olduğunu da anlamış lakin kavuştuğuna.
Kütüphaneden bozma bir odası olmuş. İçeriye girdiğinde, bir büroya benziyormuş. Hiiç ruhu yokmuş, bu odanın.. Gitmiş renkli boyalar almış. Hatta kalorifer peteğini yağlı boyayla boyadığı için günlerce o koku çıkmamış, başının ağrısı da... Perdesi, vazoda canlı çiçeği falan derken artık içeriye giren öğrencilerin yüzündeki ifadelerden de sağlamasını yaparak; "Tamam, oldu!" demiş. Öğrencileri her gün sümbül, lale, gül ne bulurlarsa getirir olmuşlar, o vazo için...
Okulda öğrendiği gibi, kendi masada, öğrenci masanın yanına aldığı sandalyede, yüzü ona bakacak konumda yapıyormuş bireysel görüşmelerini. Kitaplarda ne yazıyorsa oymuş çünkü kendinden ve cesaretinden bir şeyler katamayacak kadar hammış bizim kız. Sonra bir gün grupla yaptığı çalışmaları, faklı bir mekanda gerçekleştirdiğinde, öğrencilerin daha çok keyif aldığını fark etmiş.
Çalıştığı ilçede ve ilde açılan her eğitim faaliyetine gidermiş. Bunlardan biri de "yaratıcı drama" semineriymiş. O seminerde öyle eğlenerek öğrenmiş ki, bir ışık çakmış gözlerinde ama o ışık, orada, ünlem olarak kalmış. Kendi çalışmalarına öğrendiklerini nasıl uyarlayacağını, tam olarak oturtamamış kafasında.
Çalıştığı okul yeni binasına taşınınca, hayallerindeki odaya da kavuşmuş sonunda. Müdürü ve okulu yaptıran hayırsever, onun fikrini de almışlar odanın yeri, eşyaları konusunda. Odasına her giren meslektaşı, "Vuaaawww !!!" dedikten sonra, "Ne zaman tayin istiyorsun?" diye sormaya başlamışlar. Sınıflar 24 kişilikmiş. Kimi sınıfta, kimi konferans salonunda ve sahnesinde yapıyormuş çalışmalarını.
Bir şey, bir şeyler eksikmiş ama bir türlü tanımlayamıyormuş. Herkes memnunmuş ondan ve kendi hayatlarından.Dersine girip çıktığında öğretmenler, planında yer alan çalışmaları -nasıl olursa olsun- yaptığında ve raporlaştırdığında -ve sorgulamadığında- günler, aylar... mesai bittiğinde "Alnımızda, bilgilerden bir çelenk" gururunda, "Öğretmenim... canım benim, canım benim" rahatlığında geçiveriyormuş...
Bir şey, bir şeyler eksikmiş O'nca...
Ferrarisi de yokmuş üstelik satabileceği, eksikliğini hissettiği bu bilgicikler, bilgiler için.
Kader ağlarını örüyormuş bir yandan...
ANLAMAK isteyen birilerinin sorusuymuş; "NEDEN?"
Anladığını, yaşama geçirmek isteyen birilerinin sorusuymuş; "NASIL?"
Ve her cevap, soru sormayı seven yüreklerde, bir gün mutlaka konaklarmış...
Not: Salı gününe kadar, mutlaka ödevimi bitireceğim değerli öğretmenlerim :)
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...
Yeni nefesi mi tutarak okutturdun ya "Kalemine, kelamına sağlık." Kısaca bir öz eleştiri mi yoksa; insanı kendi yaşam öyküsüne şöyle bir bakması mı? Her ne dersen de kendi yaşamından söz ederken, bu yazıyı okuyanların kendi yaşamlarına ayna tutmak mı? Tam bir öğretmen anlatısı. Zamanı gelince herkesin yapması gereken bir şey. En başta kendi kendime sordum, yazarak yaptım mı? Sanmıyorum. Cesaretin, cesaret verdiğin ve ayna tuttuğun için teşekkür ederim. Kim bilir daha kaç ayna daha var her birimizin bakması gereken... Anlatının devamını bekliyorum.
Yusuf Ziya Güldere
8.3.2014
Zorlandım ben, bu derste Yusuf Ziya öğretmenim. Zorlandım derken farklı ve sanki bana ait olmayan bir paradigmadan bakmam gerekiyor gibi yabancı geldi. Sınıf oturuş düzeninden sorumlu hissetmemişim meğer kendimi. 24 kişilik tasarlanmış sınıflarda, 44 öğrencinin olduğu sınıfları gezdim tekrar okulda ve öğretmenleri, öğrencileri, velileri dinledim. Hemen hemen hepsi, yenilikçi fikirlere açıktı arkadaşlarımın. Aslında yapmak istiyor, olmuyordu.
Ben de kendi alanıma uyarladım, uyarlayacağım bu konuyu. Başlarken de domino taşlarının bir kısmı geriye devrildi. İnsan ihtiyaç hissettiğinde güdülenir. Sınıfım yoksa odam var. Odamı neden bu şekilde düzenledim elimdeki kaynaklarla? Bu düzeni farklılaştırırsam ne olur? Grup çalışmalarını, sosyal becerileri geliştirmeyi neden hedef aldım çalışmalarımda? Dramayı neden bu kadar önemsiyorum? Çalıştığım kademeye göre farklılaşmalı mı odam, çalışmalarım, tarzım?
Doğal olarak çevresel faktörlerden başladınız, öğrenciyi ve bizi etkileyen. Evde, otobüste, eğlence mekanlarında bile seçimlerimiz vardır bu konuda. O koltuk hep onundur evde ya da cam kenarında oturmak otobüste hep tercihidir gibi. Ama biz bu tercihleri öğrenciye bırakmayız. Kendi belirlediğimiz, yararlı olacağına inandığımız şablona oturturuz onu. Çünkü biz yön vereniz.
Benim odamda peluş bir kelebek var, 5 sandalyenin birinde. O öğrencinin koltuğu. O kelebeği alıp, istediği sandalyeye uçabilir. Başlangıçta masamda otururken, öğrencinin seçimi bana olan mesafesini de belirler. Ben de ona göre alırım, o 5 sandalye arasında ürkütmeden, karşısındaki yerimi ve bu yerleşim her görüşmemizde değişir. Böyle bir teknik yok, okuduğum. Deneyimlerime, sezgilerime göre hareket ediyorum yalnızca. Bedensel, sözel kilitlenmelerin, kol kavuşturma engellerinin çözülmesinin bir kısmını bu düzenlemeye yoruyorum.
Yorumunuz beni motive etti, çoook teşekkür ederim. Bu ders sayesinde, beynimin farklı nedenlerle kullanmadığım nöronlarının harekete geçmesi de... Teşekkürler :)
Dilber Engin
8.3.2014
Herkesin düşünmesi dileğiyle... Yüreğinize sağlık.
Yusuf Ziya Güldere
10.3.2014
Küçük bir fırça darbesinin bile bir varlığa nasıl can katabildiğini paylaşmışsın bizlerle, yaşayan mekanlar olur mu ki sınıflar?
Burcu Esin İLİŞ
10.3.2014
Dilber hocam paylaştıklarınız hepimizin ortak olduğu bir serüvenin bir parçası bence de.Üniversitede okurken insan her şeyi yapabilir gibi geliyor.Sistematik öğretileri birbir gerçekleştireverecekmişiz gibi mezun oluyoruz.Sonra iş başa gelince bir bakıyoruz ki belki de öğrendiklerimiz başka bir dünyaya ait.O zaman o dünya ile bu dünya arasında uyarlama yaparak uygulama yapmak gerekiyor.Bu konuda ışık tuttunuz bize.Yüreklice sakınmada anlatmışsınız belki de hepimizin başından geçen bu maceraları.Çok teşekkürler dünyanıza bizi de kattığınız için.
Sabriye Çağlar BAKIRTAŞ
14.3.2014
"Neden?", "Nasıl?" diye sormaya devam... Pes etmek yookkk :)
Dilber Engin
18.3.2014
Dilber Öğretmenim, ben de bir rehber öğretmen (psikolojik danışman/rehberlikçi/ hatta yeni kanununla yeni unvanımız "rehberlik"!) olarak çok keyifle okudum yazınızı. Hatta yazdığınız bazı şeyler o kadar tanıdık geldi ki, yalnız olmadığıma sevindim bir yandan... Okuldan mezun olduktan sonraki bocalamalarımız ve sonrasında kendimizi sağlam bir limana atmaya çalışmamız sanırım pek çoğumuzun yaşadığı şeyler... Sanırım önemli olan, o bocalamalarımızdan kazandıklarımız, biriktirdiklerimiz... Teşekkürler...
Özlem Çağlar
17.3.2014
Yalnız değilsiniz öğretmenim... Sağlam liman da yok. Biz sağlam kalmaya çalışacağız el ele, birlikte :)
Dilber Engin
18.3.2014