Çok mu yiyoruz?
Kilolu İnsanların daha neşeli olduğunu farketmeyen yoktur sanırım. Toplumun dayattığı standartların aksine olan görünümleriyle barışık olmamalarından mı yoksa sürekli ekstra bir ağırlık taşıdıklarından mı bu kadar neşeliler? Acaba bildiğimiz ama bilmemezlikten geldiğimiz bir şeyler mi var?
Aşık atanlar bilir: Vücudumuz beynimizden daha zeki olduğundan, bir problem olduğunda, o problemi çözebilmek için gereksiz enerji tüketimini engeller. Yani Bağırsak bölgemizde biriken en yoğun sinir ve kılcal damar ağının çalışmasını istemez. "Gutt" diye ingilizce'de tabir edilen ve sinir / duyguların en yoğun olduğu kabul edilen bölge olan sindirim sistemindeki bağırsak bölgesi, her ne kadar Türkçe'de, yurdumuz insanları tarafından çok kullanılmasa da, diğer ülkelerde en derinlerdeki şakralarda yerini alıp, bir çok atasözü ve özlü sözlere girmiştir. İşte bu kompleks sistem, vücutta herhangi bir problem olduğunda, iştahı keser. Bir çocuğun veya bir hayvanın sağlıklı olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu, iştahının yerinde olup olmadığını gözlemlemektir. Dolayısıyla sağlıklı bir insanın iştahının her daim yerinde olması ve bol bol yemek yemesi gerekir.
Hiç kıpırdamadan belli bir süre durabilir misiniz? Deneyenler bilir: Siz sabit kalmaya başladıkça, vücudunuz titremeye başlar, çünkü sizden her daim zeki olacak vücudunuz, hareket etmek ister, sabit durmak değil. Sabahtan akşama kadar hareketsiz kaldmanız, sizi sabahtan akşama kadar süren, düşük tempolu bir yürüyüşten çok daha fazla yoracaktır, yormakla da kalmayıp, yarına rezerv edilen enerjinizi de çalacaktır. Deneyin.
Binlerce yıllık geçmişe sahip olan insanoğlunun, geometrik olarak artan "yaşam biçimi değişimi" sürecinde, bize dayatılan şey az hareket etmek ve az yemektir olmaktır. Yani vücudumuzun istemediği iki şey. En azından az hareket etmemiz istense, ama yemeğimize karışılmasa, daha sağlıklı olabiliriz. Burada önem kazanan soru ise şudur: "tamam yiyelim ama ne yiyelim?" Amerikan toplumunun yaklaşık yarısında var olan "vücut isteğinin yanlış yorumlanması" yine bizlere dayatılan pazarlama kampanyalarıyla çoğalmaktadır. Bunu kendim birebir yaşadığım için çok iyi biliyorum. Vücudum dehidrasyondayken uyandığımda, kısaca susamış bir şekilde uyandığımda, çikolata ve kola'ya saldırdım bir müddet. Zaten bilincin tam yerine gelmemesinden ötürü bu sabah mahmurluğundaki hareketim, alışkanlığa dönüştü.Çok acı yemeklerden sonra yediğimiz bol şerbetli tatlıların susama isteğimizi kesmesi aslında şaşırtıcı değildir. Ekşi bir şeyler yeme isteğimizin altında yatan C vitaminidir, turşu değil. Nezle olduğunuz zamanlarda çorbanıza sıktığınız limonun miktarı fazla olsa bile size çok ekşi gelmez, öyle değil mi? Aynı şekilde çok susamadıysanız, içtiğiniz çay hakkında çok çeşitli yorumlar yapabilirken, vücuttaki suyu çeken gıdalardan bol miktarda alıp, bir miktar da süre geçtiyse, o aynı çay, sadece "harika" gelecektir.
Artık marketlerde görüntü olarak çok renkli ve göz doyurucu büyüklükte gördüğümüz gıdaların ne yazık ki besin değerleri açısından çok fakir. İçlerine katılan "doğala özdeş" benzeri kimyasallar konusuna hiç girmiyorum. İnsanoğlunun ne yazık ki eksik hareketinin de ivmelendirdiği günümüzde oluşan inanılmaz boyutlara varan stresin bir B vitamini canavarı olduğunu herhalde bilmeyenimiz yok. Etrafımızda gördüğümüz herkesin bundan 100 sene öncesindeki insanlara göre çok daha fazla B vitaminine ihtiyacı var. Peki B vitamini hangi gıdalarda var? İlk aklıma gelenler ekmek, makarna ve bira. Hangisinden bol miktarda tüketiyoruz? Ne kadar bol tüketebiliriz? Çocuklarda kilo aldırsın diye verilen multivitamin tabletlerinin , erişkinlerde kilo vermelerini sağladığına bizzat şahit oldum. Vücut ihtiyacı olan ve suda eridiği için depolayamadığı C ve B vitaminlerini aldığı zaman, sinyal vermeyi de kesiyor. Biz de, zaten yanlış anlayıp, alakasız yiyeceklerle kapatmaya çalıştığımız bu sinyallerin yokluğunda kendimiz yemekten çok artan enerjimizle işimize odaklanabiliyoruz. B vitamini eksikliği / yokluğu vücutta büyük bir yorgunluk yaratır. Aynı şekilde C vitamini de ilaçlara benzer bir etkiyle insana zindelik verir. Bir bardak portakal suyu, bir fincan kahveden çok daha "ayıltıcı"dır.
Kurtuluşumuz Multi-vitaminlerde mi? Hayır. Bir çoğu ne yazık ki "doğal" demesine karşın sentetik ve ne olduğu sorgulanabilecek ekstraktlardan oluşuyor. Kurtuluşumuz sadece ve sadece doğadadır. Doğal, tabii gıdalar, ki bu konunu içerisinde detaylar da gizlidir: Örneğin Muz ve Patatesin besin değerlerinin aynı olduğunu söylediler bilim adamları. Doğal haliyle muz yetişen bölgelerde (tropik-ılıman) yaşayan insanların yemesi gereken muzdur, patatesin yetişebildiği yerlerdeki insanların yemesi gereken ise patatestir. Hem muz hem de patatese ihtiyacı yok insanların. Doğal çevrenizde yetişen "doğal" gıdalar size ihtiyacınız olan her şeyi verecektir. Bu durumda örneğin İstanbul'da yetişen artık hiç bir şey kalmadığına göre, ve doğallığa tamamen zıt bir yaşantı sürüldüğünden, sağlıklı olabilmek için, pek bir şansınız yok. Belki özel çiftliklerde yetiştirilen ekolojik ürünlerle beslenebilirsiniz. Ama doğal hayattan uzaklaşmak için attığınız her adım, sizi sağlığınızdan, (hem bedensel, hem de zihinsel) bir adım uzaklaştıracaktır.
http://foodpsychology.cornell.edu/
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...