Sahibinin Sesi
BENİM HİKAYEM
Herkesin hayatında dönüm noktası diye tanımladığı zamanlar veya olaylar olur. Benimkisi de babamı kaybettiğim 2 Şubat 1987 gecesidir. İnsanın 11 yaşındayken babasını kaybetmesi, okuma yazma bilmeyen bir anne ve kendisinden küçük iki kardeşiyle ortada kalması zor bir durum ama ben hikayenin bu kısmıyla daha az ilgilenmeyi ve asıl bundan sonra olanları anlatmayı yeğlerim. Babam vefat edince öğretmenlerim dünyayı meraklı gözlerle keşfetmeye dünden razı olan bana, Darüşşafaka diye bir okuldan bahsettiler. Bir sınava gireceğimi ve başarılı olursam İstanbul'da liseyi bitirene kadar yatılı okuyacağımı söylediler. Daha ben ne olduğunu anlayamadan annemi ikna etmişlerdi bile. Başlarda "göndermem çocuğumu uzaklara" diyerek feveran eden annem, öğretmenlerime hak vermiş olacak ki o sınava girmeme izin verdi ve beni ben yapacak olan bu yeni hayata ilk adımımı atmış oldum. Isparta'nın Şarkikaraağaç ilçesinden yola çıktıktan o zamana kadar hakkında TRT 1 kanalında gördüğümden fazla birşey bilmediğim İstanbul'a gidene kadar çocuk gözüme uyku girmemişti. Boyum 1.23 cm. En fazla 30 kiloyum o zamanlar. Bavulum boyumdan büyüktü anlayacağınız. Okula vardığımda ise bahçedeki devasa yeşil demir kapıda kocaman harflerle Darüşşafaka, yani şefkat yuvası yazıyordu. Şefkat yuvasının kollarında geçirdiğim yedi koca yılın sonunda sevgi, kardeşlik, dostluk, ilim ve topluma karıştığında kişiye kendini yaşıtlarından birkaç adım önde ve özel hissetmesini sağlayan birçok değeri de yanıma alarak gözyaşları içinde ayrıldım. Oradan Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü'nü kazandım, çalışarak ve burslarla okudum. Okul biter bitmez de yuvaya tekrar dönüş yapıp 6 yıl daha Darüşşafaka çatısı altında çalıştım. 4 yıl öncesinde "abla abla" diye seslenen kardeşlerim bana ""hocam" diye seslenmeye alışmaya gayret ederken, ben de oraya layık olmaya çalışıyordum. Öğretmenlerimle aynı okulda meslektaş olarak çalışmak da ayrı bir keyifti doğrusu. Altı koca yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti o çatının altında. Bu arada evlendim ardından oğlum Demir doğdu. Sonrasında öğrenmeye ve yeni zorlukların üstesinden gelmeye olan merakım galip geldi ve yuvadan uçmanın vakti geldi diye düşünüp TED İstanbul Koleji'nde çalışmaya başladım. Orada geçirdiğim birbirinden güzel beş yılın sonunda yine birşeyler dürttü beni ve kendimi daha çok geliştirebileceğim, bilgi ve deneyimimi daha çok insana ulaştırabileceğim bir iş hayal ederken ÖRAV çıktı karşıma. Şimdi de buradayım ve keyfime diyecek yok. Heyecanlıyım... hem de çok. Türkiye'de öğretmenler için kurulan ilk vakfın ilk 12 eğitmeninden biri olduğum için aynı zamanda bir o kadar da gururluyum.
Darüşşafaka flamasının renkleri yeşil ve siyahtır. Bizlere kara toprağı işleyip yeşerttiği için bu renklerin seçilmiş olduğu anlatılmıştı çocukken. Evet, ben de bir avuç toprakken yeşerdim ve bugüne geldim. Şimdi başka toprakların daha da yeşermesi için onları işleyen üklemin dört bir yanındaki öğretmenlerle çalışıyorum. Nereden nereye...
İşte sevgili meslektaşlarım, bizim mesleğimiz bu yüzden çok önemli ve kutsal. "Bir kişi olarak dünyayı değiştiremem ama bir kişinin dünyasını değiştirebilirim" demiş bir düşünür. Beni ben yapmak için hayatıma yön veren ve dünyamı değiştiren başta sınıf öğretmenim Mehmet Tuna ve okul müdürüm Fevzi Kaplan'a sonra da üzerimde emeği olan herkese sonsuz teşekkürler.
Sevgi ve Saygılarımla,
Arzu ATASOY
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...