Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
Bir ÖRAV Hikayesi 7 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

Bir ÖRAV Hikayesi

Öğretmen akademisi vakfını yıllar önce Hürriyet gazetesinde yayınlan ilk ilanlarından beri takip ediyor ve bu organizasyonun içinde olmak için can atıyordum.

Geç de olsa 4. Kısmi zamanlı eğitici eğitimi programına katılmak benim için son derece önemliydi.  Ancak ortada haziranın ilk haftası temeli atılmış ve 17 Eylül tarihine yetişmesi gereken fen lisesi binası  ve tadilattan geçen ortaokul binası gibi bir gerçek  vardı.  Eğitime katılmadan iki gün önce yöneticilerle ortaklaşa kullandığımız yegane odamıza da işçiler girince  kayıt görüşmelerini ve öğretmen mülakatlarını okulun bahçesindeki banklarda yapmaya başlamıştık. 1 haftalığına da olsa bu tozdan ve gürültüden uzak bir ortamda olacağım için kendimi şanslı hissediyordum.

İstanbul’a bir önceki uçakla giden Denizli Ekibinden Hoşeda Ebru arkadaşımız Özyeğin üniversitesine yerleşip beni aradığında şöyle demişti.

-          Aysun sana bir sürprizim var.

-          Ne sürprizi?

-          Söylemeyeceğim gelince anlarsın

Üniversitenin kampüsüne varıp da kalacağımız yurdun önüne geldiğimizde çok tanıdık bir tabloyla karşılaşmış ve Ebru’nun süprizinin ne olduğunu anlamıştım.  Kalacağımız yurdun yanında okulun açılışına yetiştirmeleri gereken bir yurt binası, beraberinde iş makinaları, geceli gündüzlü hummalı bir çalışma…

Yine mi demekten kendimi alamamıştım; buna rağmen bu inşaat alanının eğitimin sonunda ÖRAV’ın yaratıcı öğretmenleri tarafından projenin bir parçası olarak gülümseten karelere dönüştürüleceğini tahmin bile edemezdim.

Bu eğitimde beni en çok şaşırtan şeylerden biri de her eğitimde karşılaştığım kızlar korosu durumunun bu eğitimde olmamasıydı. Hatta bayanlar azınlıktaydık.

İlk takımım ağırlıklı olarak milli eğitim müfettişlerinden oluşan bir gruptu. Son derece ciddi bir şekilde eğitime başladık. İşte tam o sırada - ÖRAV’ın her eğitiminde olduğu gibi-  buz kırıcılar imdadımıza yetişti.

Ayaklarımıza balon bağlayıp birbirimizin balonlarını mı patlatmaya çalışmadık,  el ele tutuşarak ve ellerimizi bırakmadan en hızlı sürede bir çemberin içinden mi geçmedik, bataklıkta batmamak için hararetli tartışmalara mı girişmedik? Neler neler?

Bu arada tipide hayatta kalamadığımızı ve kördüğümü çözemediğimizi de itiraf etmek istiyorum. Takım olarak kendimizi en ezik hissettiğimiz günse sanırım en son gündü. Belirli ipuçlarını takip ederek bütün binada deliler gibi koşturduğumuz, bir sonraki soru kağıdına ulaşabilmek için çöpleri dahi karıştırmak zorunda kaldığımız gün…

Tabi bunlardan bahsedip proje gruplarından bahsetmemek olmaz. Tam 4. Kısmi zamanlı eğitici eğitimi programının 4. Grubuna yeni yeni ısınmaya başlamıştık ki, sizin yeni bir takımınız daha var dediler. Tam bir “görevimiz tehlike” edasıyla yeni görevlerimiz açıklandı. Geceleri uyumayacak ve derslerden arta kalan zamanlarda bu takımla bir araya gelecek ve prova yapacaktık.

Bizim takımın görevi, eğitimde öğrendiklerimizi içeren bir şarkı yazmaktı. Hiç değilse kendi grubumuzdakilerle bir takım olsaydık diye hayıflanırken, zaman yönetimi, dirençle başa çıkma, özellikle uzlaşma becerileri gibi becerilerimizin ancak bu şekilde gelişeceğini idrak etmeye başlamıştık. Zira yapacağımız şarkı Ankara havası  mı, rap mi, sanat müziği mi yoksa marş mı olsun derken gösteri günü yaklaşmaktaydı.

Şarkının sözlerini yazdık. İş besteye gelince bir türlü hem fikir olamadık. Ankara havası versiyonu tam bir felaketti. Sanat müziği ise yayıldıkça yayıldı. En sonunda marşta karar kıldık ama araya da sürpriz bir bölüm ilave etmeyi unutmadık. Enstrüman meselesini ise okul öncesi bölümündeki orff çalgılarını yürüterek hallettik.  Şansa bakın ki (!) içimizde hiç müzik öğretmeni yoktu. Onu da diğer gruptan transfer ettik ve hiç değilse insan içine çıkmadan bir iki sefer provalarımıza müzik öğretmeni olan arkadaşımızın eşlik etmesini sağladık. (Problem çözme becerisi) Daha doğrusu ihtiyacımız olan şey moraldi ve o da sağ olsun bize moral verdi. Ona göre iki günde böyle bir çalışma gayet iyiydi. Olumlu kabul iletisi alma konusunda üstümüze yoktu. 

Sahneye çıktığımızda ve sonrasında bütün salon marşı bir ağızdan söylerken öğretmenin ve öğrenmenin sınırının olmadığını bir kez daha anlamıştım.

Grubumuzdan birkaç kişinin bizim marştan hiç umutlu olmadığı için sahneye çıkıp playback yapmaya karar verdiğini ancak bizim azmimiz karşısında bundan vazgeçtiklerini ise sonradan öğrendim. Hem şaşırdım hem de mutlu oldum.

İşte takım ruhu buydu, lider öğretmenlik buydu, takımımızı yani öğrencilerimizi harekete geçirebildiğimizde yaratıcılığın, dayanışmanın, uzlaşmanın, birlikte öğrenmenin sınırı yoktu.

Sınırlarımızı çok çok uzaklara taşıyan,  ÖRAV’a , ÖRAV’ın güleryüzlü, pozitif, tevazu sahibi eğitmenlerine ve bu eşsiz takımı vizyonuyla, enerjisiyle, içten gelen çoşkusuyla harekete geçiren  sevgili Kayhan hocamıza ne kadar teşekkür etsek az.

Eğitimin sonunda birbirimize veda etmek için kurduğumuz o zincirin çok  çok uzaklara ulaşması dileğiyle…

 

 

 

 

 

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...