Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
Öğrenme Yaşantılarının Mesleki Gelişime Etkisi 8 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

Öğrenme Yaşantılarının Mesleki Gelişime Etkisi

Geçenlerde devlet okulunda sınıf öğretmeni olan arkadaşımla eğitim seminerleri hakkında konuşuyorduk. Kendisi aynı zamanda bir ÖRAV (Öğretmen Akademisi Vakfı) eğitmeni.

Sene sonuna doğru okullarına milli eğitim müfettişi gelmiş. Müfettiş, kapıdan girer girmez müdüre arkadaşımın adını vermiş ve kendisini çağırmalarını söylemiş. Müdür öğretmeninin soruşturma ile işinin olmayacağını biliyormuş ama yine de onun adına endişelenmiş.  Arkadaşım müdürün odasından içeri girip de konuşmalar başlayınca durum açıklığa kavuşmuş.

Müfettiş,  ÖRAV’ı açıldığı ilk günden beri takip ediyormuş ve eğitimlerine katılmayı çok istediği halde bir türlü bunu gerçekleştirememiş.  Görevli olduğu ilde, ÖRAV eğitmenlerinin hangi okullarda olduklarına bakmış ve teftiş için okul seçerken bir ÖRAV eğitimcisiyle tanışabilmek amacıyla arkadaşımın çalıştığı okula gelmiş.

Teftiş tamamlandığında müfettiş okuldaki öğretmenlerle toplantı yapmış. Onlara çok şanslı olduklarını, ilde yalnızca üç kişi olan ÖRAV eğitmenlerinden birinin okullarında çalıştığını söyleyerek kendisinden mümkün olduğu kadar çok faydalanmaları tavsiyesinde bulunmuş.

Müfettiş okuldan ayrıldıktan sonra bundan etkilenen müdür, arkadaşımdan bu eğitimi seminer döneminde okulda yapmasını rica etmiş.  Arkadaşım sevinerek girişimleri başlatmış.  Yaş ortalaması 30 olan ve 16 kişiden oluşan öğretmen grubunda bir iki kişi hariç kimse bu eğitimi almak istememiş.

Bu eğitimi almış ve öğretmenliğe bakış açımda pek çok şeyin değiştiğini bizzat yaşamış biri olarak öğretmenlerin bu kadar faydalı bir eğitimi bile alma konusunda isteksiz olmaları beni gerçekten çok üzdü.

Peki neden öğretmenler eğitim almak istemiyorlar? Bu genç yaşta neden bu kadar tükenmişler?  Bence sebeplerden bir tanesi,  öğretmenlerin birer öğrenci olarak olumlu öğrenme yaşantılarına sahip olmamaları. Öğretmenlerden öğrenmeye ilişkin anılarını anlatmalarını istesek eminim ki çok az olumlu anıya rastlarız.

Bir öğretmen arkadaşım yıllar önce yolda bir öğrencisiyle karşılaşıyor. Öğrencisi büyümüş, iş güç sahibi olmuş.  O yıllardan sende ne kaldı diye soruyor öğrencisine.  Öğrenci cevap veriyor : “Öğretmenim, hani kışın yanan sobanın başına oturup sizin saz çalıp bizim türkü söylediğimiz anlar var ya, işte onu hiç unutmuyorum.”  Çünkü beyin bilgiyi pozitif duygularla birlikte kodluyor. Çocukta olumlu duyguları harekete geçiremeyen bir ders, istediği kadar güzel anlatılsın kalıcı olamıyor.

Kendi öğrencilik hayatımdan aklımda yer eden birkaç kesit, öğrenme yolculuğumuzun gidişatı hakkında daha rahat bilgi verir diye düşünüyorum.

80’li yıllar… Etin senin, kemiği benim yılları… Gün aşırı çeşitli sebeplerden haksız yere yenen ve anne babaya söylenemeyen sıra dayakları… Öğretmenlerin cetveli bir çocuğun eline vurduklarında daha ne kadar acıtabileceklerinin ince hesaplarını yaptığı yıllar… Duygusal istismarları saymıyorum bile ve alabildiğine bastırılmışlık.

Ardından ortaokul ve lise… Tüm sınıfın ortasında tekme tokat dayak yiyenleri, yalnızca saate baktı diye kafası tahtaya vurulanları göre göre hissizleşmeye başladığın yıllar… 80 dakikalık blok ders boyunca yalnızca düz anlatım tekniğini kullanan öğretmen karşısında çok fazla seçeneğin yok: Ya yanındakiyle konuşacaksın ya sıranın altından gizli gizli kitap okuyacaksın ya da astral seyahat. Ben sonuncusunda epeyce ustalaşmıştım. Öğretmen anlattıkça ruhun bedenini terk ediyor ve ders dinlermiş gibi yapan kendini ve arkadaşlarını dışarıdan görebiliyorsun.

90’lı yıllar

Üniversite… Türkiye’nin en yüksek puanlı eğitim fakültelerinden biri… Lisedeki 80 dakikalık blok derslerin yerini alan 3,5 saat süren kürsü konuşmaları… Hoca gözünü kapatır, konuşmaya bir başlar,  Asya’dan girip Antartika’dan çıkar. Ön sırada hiç durmadan not alan ve hocanın ağzından çıkanı kelimesi kelimesine not alan öğrencilere pusula gönderilir, hocanın hangi konuda konuştuğu sorulur, onlar da bilmezler, yalnızca yazarlar. Sınav zamanları rica minnet istenerek fotokopi çektirilen notlardan bir şey anlamanın imkanı yok.  60 kişilik sınıftan çıt yok, meditasyonun ileri aşamaları…

Hiç kimse çıkıp sormaz. Yahu senin kazanımın ne? Bu dersin sonunda öğrencilerin ne yapabilmesini bekliyorsun? Yıllar sonra karşında oturan öğrenciler öğretmen olduğunda senin anlattıklarından neyi, ne kadar hatırlayacaklar? Eğitim fakültesinde öğretmen yetiştiren bir hoca olarak seni model alıp dersi üç saat boyunca hiç ayağa kalkmadan ve aynı ses tonuyla mı anlatacaklar?

Derken aydınlanma anı, kendin için önemli bilgiyi önemsiz bilgiden ayırt etme aşamaları, önceliklerin değişmesi, anfi yerine kütüphanede geçirilen zamanlar, sonuna kadar kullanılan devamsızlık hakları, yerine imza attırmalar ve yaşasın kendi kendine öğrenme deneyimi…

Öyle bir ders işleyeyim ki ve bu dersi işlerken öyle bir yöntem kullanayım ki öğrenciler ileride öğretmen olduklarında bunu kullanabilsin diyen akademisyen sayısı yok denecek kadar az.

Hal böyleyken 4. sınıfta başlayan staj uygulaması… Sahadaki tükenmiş, bezgin öğretmenlerle ilk karşılaşma.  Biz de mi onlar gibi olacağız korkusu…

Resme dışarıdan bakınca Türk eğitim sisteminin kişinin spritüel tekamülüne faydaları konulu bir tez yapılabilir gibi gözüküyor, onca yıl içimizde biriktirdiğimiz ve zaman zaman rüyalarımızda ortaya çıkan travmaların hayatımızdaki izlerini saymazsak elbette.

Bu kadar olumsuz bir öğrenme yaşantısının içinde bile biri çıkıp tüm hayatını etkileyen sihirli bir dokunuş yapabiliyor. Bendeki aydınlanma anını tetikleyen ve içimdeki öğrenme aşkını uyandıran ise her zaman saygıyla andığım başka bir öğretmen. Böyle bir öğretmenle tanışmamış olsaydım sanırım ben de o tükenmişlik okyanusunun dalgalarında savruluyor olurdum.

Şimdi ise bizlerin vakit kaybetmeden o öğretmenlere dokunmamız ve öğrenme serüveninin içine dahil etmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor.

Bir öneri:

Biliyorum ki ister devlet okulunda olsun ister özel okulda tüm şartlardan bağımsız iç motivasyonu yüksek, araştıran,  sürekli kendini yenileyen, öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan insanlar var. Sayıları az evet; ama varlar. Öğrencileri bir mıknatıs gibi kendilerine çekiyorlar, yeni yöntemler geliştiriyorlar, uyguluyorlar ve uygulama sonuçlarını meslektaşlarıyla paylaşmaktan keyif alıyorlar.

İşte mesele, işin mutfağında çalışan lider öğretmenleri bulup çıkarmak ve henüz sahaya adım atmamışken genç öğretmen adaylarıyla tanıştırmak. Öğrencilerin dersine, bir saat akademisyen giriyorsa bir saatine de okulda uygulamanın bizzat içinde olan ve gerçekten işini severek yapan bir öğretmen girmeli. Öğretmen adayları mesleğe heyecanla başlamalı. Daha öğrenecek çok şeyin olduğunu bilmeli ve öğrenmekten keyif almalı. Böyle bir başlangıç motivasyonu, çalışırken de eğitimlerle desteklendiğinde eminim ki Türk eğitim sistemi açısından çok farklı bir tablo ortaya çıkacaktır.

Yeni şeyler öğrenmekten keyif almayan bir öğretmenden, öğrencilerinde 21. yüzyılın en önemli becerilerinden olan “öğrenmeyi öğrenme” yeterliliğini oluşturmasını beklemek gerçekçi olmasa gerek.

“Öğrenme bir serüvense bu serüvenin içinde ben ne kadar varım?” Her gün bu soruyu sordurabilirsek öğretmenlere yeni sihirli dokunuşlar yakın demektir.

 Aysun Yağcı

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...

  • Aysun Hocam, "durgun suda solucan yetişir" derler.MEB,öğretmenlerin atamasını yaptıktan sonra onları kendi haline bırakıyor.Hizmet içi eğitim seminerleri içi boş ve sıkıcı olmaktan öteye gidemiyor.Öğretmenlerin yurt içi ve yurt dışı gezi,gözlem, deneyimlerden yararlanmasını sağlamak  ve " gözünü açmak" zorundayız.Paylaşımınız için teşekkür ederim...

    | cevapla |1 defa beğenildi.
  • Mustafa hocam haklısınız. Sizin de belirttiğiniz gibi  önemli bir etken de seminerlerin içi boş ve sıkıcı olması. Örav'ın eğitimleri bu ön yargıyı gerçekten kırıyor. Örneğin bizim okulda ÖRAV eğitiminden sonra çıta öyle yükseldi ki şimdi kimse slayta yazdıklarını okuyan bir eğitmene tahammül edemiyor.
    Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Aysun Yağcı

    16.7.2014

  • Duygularımın tercümanı olmuşsunuz Aysun öğretmenim.Değerli paylaşımın için teşekkür ederim.

    | cevapla |1 defa beğenildi.

    Esin Özbay

    16.7.2014

  • Teşekkürler Esin öğretmenim.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Aysun Yağcı

    17.7.2014

  • Aysun hocam, düşündüren ve fark ettiren tarzınızla yazılarınızı okumayı özlemişim, elinize yüreğinize sağlık. Mesleklere psikanaliz açısından yaklaşan kuramcılar, bireyin o meslekte yapılan işler aracılığıyla kişisel bir ihtiyacına doyum bulduğunu söylüyorlar. Bir eğitimcinin “öğretmenlik aracılığıyla hangi kişisel ihtiyacının karşılandığı” sorusuna yanıt bulma sorumluluğu taşımadığı sürece, öğrenmeyi kolaylaştıran kişi olamayacağını düşünüyorum. İyi ki bunun farkında olan ve öğrenmeyi keyifli hale getiren sizin gibi meslektaşlarımız var.

    | cevapla |2 defa beğenildi.

    Sedat Subaşı

    17.7.2014

  • Teşekkürler Sedat hocam.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Aysun Yağcı

    17.7.2014

  • Bu aşamanın özellikle de ilk günden başlamasını öneriyorum. Son sınıfa geldiklerinde KaPıSıS Sendromuna girmiş oluyorlar.

    | cevapla |1 defa beğenildi.
  • Burcu öğretmenim haklısınız. Öğrenme isteği bulaşıcı bir şey. Bu mikrobu ne kadar erken bulaştırabilirsek öğretmen adaylarına o kadar iyi olacak :)

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Aysun Yağcı

    18.7.2014

  • Merhaba;Eskişehir Melahat Ünügür Orta Okulunda Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak görev yapıyorum.2013 yılı Ekim Ayında ÖLÖ Seminerine bireysel olarak katıldım.Tıpkı yazıda belirtildiği gibi ÖLÖ seminerleri okul bazında verilirken okul müdürümüz okulumuz öğretmenlerinin topluca katılması için teklifte bulundu ama öğretmen arkadaşlarımın çoğu katılmayı istemediler.Bu yüzden eğitimler bireysel verilmeye başlandığında çok sevindim ve hemen başvuru yaptım,Ekim Semineri için başvurum kabul edildi.Değerli eğitmenlerimiz Yusuf Ziya Güldere ve Ali Akarsu  bize iki gün boyunca müthiş ibr deneyim yaşattılar,bugüne kadar katıldığım,yapılmış olmak için yapılmayan en keyifli seminerdi.
      Bence ÖLÖ eğitimlerinin öğrettiği en önemli şey,aslında her öğretmenin aynı zamanda öğrenci olduğunu unutmaması gerektiğidir.Yazıda anlatılan yaklaşımların tüm öğretmenler tarafından hayata geçirilmesi dileğiyle iyi çalışmalar diliyorum.
    Daha az göster

    | cevapla |1 defa beğenildi.

    BİNNUR ZOR

    17.7.2014

  • Binnur öğretmenim bizim okul için de ÖRAV çıtayı o  kadar yükseltti ki, eğitim ihtiyaç analizi yaptığımızda formlara  öğretmenler "ÖRAV tadında bir eğitim" istiyoruz diye yazmışlar. ÖRAV mesleki gelişime olan isteksizliği kıran, ezber bozan bir kurum. Ah bir de öğretmenlerimiz  ezberin bozulması için adım atma cesaretini gösterebilseler.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Aysun Yağcı

    18.7.2014

  • Katılıyorum,Aysun Hanım maalesef  öğretmen arkadaşlarımızın bir çoğu mesleki eğitimlere ön yargıyla yaklaşıyor oysa adım  atmak öğrencilik ruhunu kaybetmemek çok önemli.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Binnur Zor

    18.7.2014

  • Doğrusu Meb'in seminer konusundaki eleştirilerinize katılmıyorum(!) Nedeni şu Meb artık sıkıcı seminer de yapmıyor 3-4 yıldır. Yaptıklarına da belli öğretmenler katılabiliyor. "Benim neyim eksik" diye sorduğunuzda "uygun görülmediniz" gibi bir yanıt.
    Ben biraz bezginliğin Meb'den öğretmenlere yansıdığını düşünüyorum. Önceliği eğitim olmayan bir bakanlık oldu artık Meb. Öğretmenlerle kavgasını saymazsak.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    N.Demirel

    29.7.2014

  • Eğitimin içinde olan insanların duygularının bir kısmını  ifade ediyor. Ben sorunu okulda öğrendiklerimizin, öğrettiklerimizin günlük hayatla iç içe olmamasından, somutluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. Öğrenci okula geldi mi okulu sevmesi benimsemesi gerekir. Yani okullarımız  kısacası bu şekilde dizayn edilmelidir.

    | cevapla |0 defa beğenildi.

    Ali Aydoğdu

    22.8.2014

Yorum Yap

İsim*

email*Sizi bilgilendirmek için kullanılacak

Yorumu Ekle