SEVDİK BİZ BİRBİRİMİZİ ...
En son "Sussan Olmuyor, Susmasan Olmaz" deyip kapatmışım kendimi. Bu zaman zarfında kendi küllerimden yeniden doğmaya çalıştığım sancılı zamanlar geçirdim. İki taraf arasında gidip, geldim susarak. Eski öğrencilerim ve velilerim beni hiç yanlız bırakmadılar, sürekli yanımdaydılar. İlk zamanlar öğrencilerim her ziyaretime geldiklerinde, garip belki ama şimdiki öğrencilerime alışmam daha da zorlaştı sanki. Onları her uğurlayışımda benden de bir parça gitti onlarla beraber ve eksildim sanki. Bu durumu farkettiğimde birşeyler yapmaya, bu duygu karmaşasını hepimiz için olumlu hale getirmeye karar verdim. Onların hala beni unutmayıp ziyaretime gelmelerinin sadece olumlu yanlarını aldım yanıma, onlar hala vardı ve yanımdaydılar. Sonra şimdiki öğrencilerimin diğerlerinden ayrılmamda bir payı olmadıklarını ve bunu haketmediklerini, onların sadece sevgi ve ilgiye ihtiyacı olan bir çocuk olduğunu ekledim üstüne. En önemlisi onlar da istiyordu bunu. Bu söylediklerimi yapmak, itiraf etmeliyim ki o kadar kolay ve çabuk olmadı. Ama başardık hep birlikte.
Nereden mi anladım başardığımızı? Hemen anlatayım. Daha önce de söylemiştim aldığım sınıf için tüm öğretmenlerin en kötü ve yaramaz sınıf diye bahsettiklerini. Özellikle bunlardan birkaç tanesi için tam anlamıyla baş belası dediklerini. Ve itiraf etmeliyim ki ben de ilk başlarda böyle düşünmedim değil. Hatta haklı bir gerekçe bile bulmuştum kendimce. Ne yapabilirdim ki onlar için; ben 2-E’limde Çiçeklerim’den ayrılmak zorunda kalmıştım zaten. Hem herkes biliyordu çok yaramaz olduklarını hem de ben geçici öğretmenleriydim. Tören zamanı onların sınıfa yürüyüşlerindeki curcuna ve düzensizlik bile beni bu düşüncemde haklı olduğuma daha çok inandırıyor, bir taraftan da onlardan uzaklaştırıyordu. Onların yaptığı her yanlış davranış, diğer öğretmenlerden gelen şikayetler ya da derse olan ilgisizlikleri her geçen gün onlarla arama bir duvar örüyordu sanki. Onlara da bağlanmaktan, onları da sevmekten, onlara da alışmaktan korkuyordum. Çünkü ne de olsa bunun sonu belliydi. Öğretmenleri geldiğinde gidecektim ben. Ne gereği vardı ki onları sevmenin, onlara bağlanmanın… Ama ne kadar dirensem de daha fazla devam edemedim bu duruma ve başlamaya karar verdim yeniden. Onlar sadece birer çocuktu ve biz bunu yapabilirdik, biz değişebilirdik. Önce törenden başladık, kendimizdeki değişikliğin başkaları tarafından fark edilip takdir edildiğini görmenin hissettirdiği gurur duygusunu yaşamaya. Artık diğer öğretmenler bizi gösterip kendi öğrencilerine, “2-F’ ye bakın, aferim onlara.” diyorlardı. Arkasından diğerlerini düzeltmeye başladık yavaş, hepsi içten küçük dokunuşlar, küçük sözcüklerle. Artık nöbetçi öğretmenler şikayet etmiyordu bizden. Hatta en temiz ve düzenli sınıf olmuştuk biz öğretmenler odasında konuşulan. Diğer sınıflardan da şikayetler gelmiyordu. Sorunlarımızı halletmek için başka çözüm yolları bulmuştuk artık yolu kavgadan geçmeyen. Bunların dışında beni mutlu edenlerden biri de artık defterlerimiz daha güzel ve düzenliydi ve biz de ders yapmaya daha istekliydik artık. Yaklaşık dört ay gibi bir zamanda çok yol kat etmiştik kendi içimizde. Hem ben daha mutluydum hem onlar. Ama nedense bu zamana kadar bunları yazma isteği duymadım. Ta ki bana ”Evet, bu sefer gerçekten başarmışız!” dedirten olay olana kadar.
Başkahramanımız Barış. Hani o öğretmenlerin ve bir ara da benim “Tam anlamıyla baş belası.” dediklerimizden biri. Diğer davranış problemi olan sekiz öğrenciye ulaşmam kısmen daha çabuk olmuştu ama Barış’la bunu bir türlü başaramamıştık. Ne denediysem ne yaptıysam etkisi ancak bir iki gün sürüyor sonra tekrar en başa dönüyorduk. Aslında tahmin ediyordum onunla neden bir arpa boyu yol katedemediğimizi. Barış birinci sınıfta okuma yazma öğrenememişti. Bu okuma-yazma bilmemenin verdiği başarısızlık duygusunun ondaki yansımasıydı aslında. Onun gibi okuma-yazma bilmeyen bir kızım daha vardı, Selamet. O Barış’ın tersine içine kapanarak yansıtmayı seçmişti okuma-yazma bilmemenin verdiği başarısızlık hissini. İkisiyle de en baştan başladık. E’ yi aldık, el yaptık. Sonra el ele verip yaklaşık iki hafta önce çözdük abece’yi. Biz abece’yi çözünce, abece de bizi çözdü. Hem Barış, hem Selamet için kendine güven duygusuyla bir köprü oluverdi aralarında. Görmelisiniz şimdi sınıf alkışlarken Barış ve Selamet’i; gözlerindeki o “Yaşasınnn! Başardım.” gülümsemesini. Hele Barış... Ona okumayı öğrenince birlikte kırtasiyeye gidip en güzellerini almaya söz verdiğim kitapları elinden hiç düşürmüyor. Öyle ki sınıfta en çok “Aferim benim oğluma!” dediklerimden biri oldu. Ama bu da değildi o tılsımlı olay.
Tamam, artık bu sefer anlatacağım. :) Geçen Çarşamba günü öğleden sonra acilen norm kadro fazlası öğretmenlerin ataması ile ilgili İl Milli Eğitime gitmek zorunda kaldım. Okulda olduğum için idareden izin aldım. Çocukları zümrelerime paylaştırıp gidebileceğimi söylediler. Barış’ın gideceği sınıfın öğretmeni kapıda Barış’ı görünce biraz tedirgin oldu. Barış’ın yanında fazla bozuntuya vermeden, “Merak etmeyin öğretmeni, Barış çok akıllı.” diyerek ayrıldım yanlarından. Ertesi gün kat nöbetçisiydim. Barış da benimle birlikteydi. Bana yardım etmek istemişti nöbetimde. Biz Barış’la hem sohbet edip hem nöbet tutarken, dün Barış’ın gittiği sınıfın öğretmeni geldi yanımıza. “Ya Berna!” dedi, “Başkası söylese inanmazdım ama dün Barış beni çok şaşırttı. Barış gerçekten çok akıllanmış.” “Evet, öğretmeni” dedim ben de, Barış çok akıllı. Arkasından Barış’a sordu öğretmen; oğlum bunu nasıl başardın diye. Ben de çok merak ettim sorunun cevabını. “Öylesine öğretmenim.” diye cevap verdi Barış. Arkasından tekrar sordu öğretmen; “Oğlum madem bunu öylesine yapabiliyordun, neden daha önce yapmadın?” diye. Ve Barış son noktayı koydu cevabıyla ve bana gerçekten başardığımızı hissettirdi. “Çünkü sizi çok seviyorum öğretmenim.” diyerek. “Oyyy yerim ben seni!. Ben de seni çok seviyorum.” dedim ve sarıldım öptüm onu kocaman. Güncemin başlığı da onun dün yaptığı resimden. İkimizi çizmiş resimde. O bana çiçek veriyor. Ortamızda da bir kalp var. İçinde de “Biz birbirimizi seviyoruz.” yazıyor. Daha ne isterim ki?... Kulüp toplantısına zar zor gönderip, çıkışta sınıfın kapısına gelip “Öğretmenim sizi bir ders görmedim ya, çok özledim.” diyen, her akşam beni öpmeden gitmeyen öğrencilerim var.
Her ne kadar geçici de olsam, ikinci dönem nerede görev yapacağım belli olmasa da iyi ki öğretmenim…
Görüntülenme Sayısı:Google.Apis.Requests.RequestError User does not have sufficient permissions for this profile. [403] Errors [ Message[User does not have sufficient permissions for this profile.] Location[ - ] Reason[insufficientPermissions] Domain[global] ]
Duygu yüklü bir yazı..Paylaştığınız için teşekkür ediyorum.Yüreğinize sağlık...
Uğur Özeren
19.1.2013
Teşekkür ederim öğretmenim. Ben de duygu yüklüyüm, ondandır :) Siz beni bir de karne günü görün. :)
Berna Baysa Öz
19.1.2013
O okulda geçici öğretmensiniz, peki öğrencilerinizin hayatında almaya başladığınız yer? Kimin öğretmeni veya öğrencisi olacağımız bizim seçimimiz olamayacağına göre, Öğretmen-öğrenci ilişkisi kurulduğu andan itibaren bir ömür nasıl hatırlanacağımız onlarla kurduğumuz ilişkiye bağlı, şimdi, öğrencilerinizin hayatında geçici olduğunuzu düşünebilir misiniz? İçsel yolculuğunuzu paylaşarak düşündürdünüz, iyi varsınız Bena Beysa ÖZ hocam..
Sedat Subaşı
19.1.2013
Evet haklısınız öğretmenim, ben onları hep hatırlayacağım, belki onlar da beni. Ama böyle en olmadık zamanda tam da birbirimize alışıp aramızdaki bağ kurulmuşken ayrılmak çok zor oluyor. Olaylara duygusal bakıyorum belki ama kalbim buna ne kadar dayanır bilmem. Alışırsın diyorlar, ben alışmak istemiyorum oysa bu zamansız ayrılıklara... "Bir dokun, bin ah işit." gibi oldu, kusura bakmayın öğretmenim :) Teşekkür ederim, siz de iyi ki varsınız...
Berna Baysa Öz
20.1.2013
Berna öğretmenim paylaştıklarınızdan anladığım kadarıyla öğrencilerinizin kalplerine öyle bir dokunmuşsunuz ki bunu unutmak pek mümkün değil. Öğrencileriniz belki sizin adınızı veya yüzünüzü unutabilirler ama sizin onlara hissettirdiğiniz duyguları hep hatırlayacaklardır.
Volkan Bal
20.1.2013
Onlar da benim kalbime dokunuyorlar Volkan öğretmenim :) Tılsımlı bir dokunuş bu, iki tarafı da etkisi altına alan...
Berna Baysa Öz
20.1.2013
Anlamlı duygulu bir yazı olmuş.Yazdıklarınızn duygusu bana gözyaşlarımı tutamayacak kadar geçti.Ne mutlu size ne mutlu bize.İyi ki Öğretmeniz...
F.Bilge KAPLAN
20.1.2013
Teşekkür ederim Bilge Öğretmenim. Duygusallık başa bela :))
Berna Baysa Öz
20.1.2013
Sessiz gidip muhteşem döndün dostum. Sen susunca olmuyor...
Arslan Gürbüz
20.1.2013
Teşekkür ederim can dostum. Sen beni anlarsın bilirim ama bana diyene bak demeden edemeyeceğim :))
Berna Baysa Öz
20.1.2013
İyi ki sizin gibi öğretmenler var bu ülkede. Yüreğiniz ve zihninizle, bu derinlemsine iç farkındalığınızla çok yaşayın. Keyifle
Ü. Erçin Kimmet
21.1.2013
Onurlandırıcı cümleleriniz beni mutlu etti, teşekkür ederim Öğretmenim. Her ne kadar zaman zaman dikenler canımı acıtsa da gülü seviyorum ben :)
Berna Baysa Öz
21.1.2013
Her biriniz küllerinizden doğarsınız. O doğum kartalların doğumundan da muhteşem olur. Özlemiştik kaleminizi, iyi ki varsınız ...
Yusuf Ziya Güldere
21.1.2013
Teşekkür ederim Öğretmenim, sayenizde birşey daha öğrendim. Kartalların doğumuyla ilgili yorumunuzun arkasında kesin gerçek bir durum vardır diye düşünüp araştırdım internetten. Gerçekten de çok şaşırdım. Onure oldum aynı zamanda, siz de iyiki varsınız...
Kartalın yeniden doğuşu
Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. Yetmiş yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, kırk yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir kararı vermek zorundadır.
Kartalın yaşı kırka dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Beş ay sonra kartal, kendisine yirmi veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Berna Baysa Öz
21.1.2013
http://vimeo.com/9068494 kartalların doğuşu hikayesini birde buradan dinleyin, kalplere dokunuşu anlattığınız duygu yüklü yüreklere dokunan yazının birgün daha fazla yüreğe dokunmak üzere belki yukarıdaki gibi bir platformda sunulması dileğiyle, evrensel iyilikler.
Sinan Dişçioğlu
22.1.2013
Teşekkür ederim öğretmenim, onur duydum. Keşke yeniden doğmak zorunda kalmasak, içimize sine sine yaşasak. Vakitsiz olmasa ayrılıklar ve başlangıçlar. İşin içine duygu, çocuklar, sevgi ve emek girince, kitap okumaya ara verdiğin gibi, geri döndüğünde kaldığın yerden devam edemiyorsun hayata. En baştan başlamak gerekiyor. Evrensel iyilikler hepimize :)
Berna Baysa Öz
22.1.2013