Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
BİR YÜREK NEDEN KANAR?

BİR YÜREK NEDEN KANAR?

 Küçük Umut'un bir foseptik çukurunda sönen yaşamı. Gazetelerde koca koca manşetler... Üç gün sonra unutulup gidecek bir dram, ta ki yeni Umutlar manşet olana değin.  Bir iki sorumluya verilen hiçbir caydırıcılığı olmayan cezalar...

 1980’li yıllardı.  Ülkemin her köşesini yaşanası kılma sevdasıyla yollara düşüp, ilk görev yerim olan Mardin Çiftlik Temel Eğitim Yatılı Bölge Okulunda göreve başlamıştım. Benim bu sevdamı ütopik bulan arkadaşlarım, yakınlarım  “Birkaç ay kalıp bir şekilde büyük bir şehre atamanı yaptırırsın.” diyorlardı.  Güneydoğu’da, daha önce hiç ilgimi çekmeyen bu kentte yaşama duygusu beni hem heyecanlandırıyor hem de belli belirsiz bir korkuya kapılıyordum.  

Göreve başladığımın ikinci günü elime tutuşturulan koca bir anahtar destesiyle bana nöbetçi olduğum söylendi. Büyük bir arazi üzerine kurulmuş olan derslikleri, lojmanları, kütüphanesi, iş atölyeleri, yemekhanesi, yatakhanesi ve irili ufaklı yapılarıyla bir yüksekokul yerleşkesini andıran okulun, o gün her şeyinden nöbetçi öğretmenin sorumlu olduğunu söyleyen müdür yardımcısıyla okulu dolaşmaya başladık. Şubat ayının ortalarıydı. Dışarıda, kalın mantomun altında kemiklerimi donduran aldatıcı bir güneş vardı. Bir duvarın dibinde güneşe karşı sıralanmış çocuklar ilgimi çekti. Yanlarına gidip ne yaptıklarını sorduğumda “Giysilerimizi kurutuyoruz.” yanıtını aldım. Çocuklara dokunduğumda gerçekten giysilerinin ıslak olduğunu fark ettim. Kendisi de o yöreden olan yanımdaki arkadaşıma sorduğumda:  

“ Aman hocanım onlar alışık, bir şey olmaz.” dedi.  Nedir alışık oldukları görmek istiyorum, dediğimde bana anlatılan şuydu. Çocuklar haftada bir kez banyo yapıyorlar. Banyoya (daha doğrusu hamama) girdiklerinde giysileri, çamaşırları kocaman bir makinede yıkanıyor,  çocuklar tekrar o giysilerle dışarıya çıkıp kurumaya çalışıyorlar. Bir anda dünyam tuzla buz oldu. O duvarın dibindeki çocuklara tek tek sarılıp tıpkı çocukluğumda babamın okula giderken ellerimi paltosunun cebinde ısıttığı gibi her birini sarıp sarmalamak istedim. Yüreğimden bir şeyler koptu. Bütün gün ve gece kendime ne yapabilirim sorusunu sordum.

 Bizden önce orada çalışan öğretmenlerin neredeyse tümü valilik kararıyla il dışına atanmıştı. Okula atanan yeni göreve başlamış on bir öğretmendik. Hepimiz orayı yuvamız bellemiştik. Çocuklarla yatıp kalkıyor, onlarla yemek yiyor, ders dışındaki bütün zamanımızı onlarla geçiriyorduk. El ele verip bazen yemekhanede bulaşık yıkadık, bazen elimizde paspaslarla temizlik yaptık, bazen de hamamda bit ayıkladık. Ancak bir süre sonra, istenirse bir şeylerin değiştirilebileceğini çevremizdekilere kanıtladık. Orada yaşadığım altı yıl boyunca dil bilmeden okula gelen, yemeğini çatal kaşık kullanmadan yiyen, tuvalet kağıdı gereksinimini taşla gideren, baklavayı ekmeğin arasına koyarak cebinde yatakhaneye götüren o çocukların nasıl bir değişime uğradığına tanık oldum.  

Yatılı bölge okulları yoksul, gariban ailelerin çocuklarını yaşama hazırlama amacıyla kurulmuş kurumlardır. Okulların  donanımı buna uygundur. Ancak bu kurumlarda çalışan eğitimcilerin gönüllülüğü ve nitelikli oluşu gerçek başarıyı sağlayacaktır. Çünkü orada eğitim mesai saatleriyle sınırlı değildir. Gününüzün neredeyse 24 saatinde öğrencileriniz vardır.

Daha 6-7 yaşında ailelerinden ayrılı