Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
Bozkırın Ortasında Bir Okul ve Birçok İyi Öğret(m)en 1 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

Bozkırın Ortasında Bir Okul ve Birçok İyi Öğret(m)en

Bozkırın Ortasında Bir Okul ve Birçok  İyi Öğret(m)en

                Bir anı ile başlamak istiyorum. Müdür yardımcısı olduğum ilk yıl, okulda ise üçüncü yılımdı. Son derse girmişti öğretmen arkadaşlar (altıncı ders). Sene başı öğretmenler kurulunda aldığımız karar gereği “Ayın Öğrencilerini” belirlemişti öğrenci davranışları değerlendirme kurulumuz ve ben de kurul başkanı olarak o isimleri panoya asıyordum. Derken zil çaldı. Öğrenciler büyük bir merakla panonun etrafını sarıp heyecanla isimlere baktılar. Kimi: ”Vaaay, çok doğru bir karar, hak ediyor, bekliyordum, arkadaşım seçilmiş” dedi. Kimi: “Hadi ya, ben kendimi bekliyordum hocam. Öbür ay inşallah ben olurum” dedi. Sonuçta çok büyük yararını gördük bu uygulamanın. Neyse; derken Ali adında bir öğrencim geldi (arkadaşları Aliço der) ve “Neden beni seçmediniz” dedi. Sorusu bana göre çok garipti. Çünkü seçilecek ne ders başarısı ne de örnek gösterilecek davranışları vardı. Tabi ki bu bana ve bize (öğretmenlere) göre idi. Çocuğun gönlünde aslan yatıyordu veya bunu fırsat bilip ben istersem yaparım mesajı veriyordu liderlik yaptığı öğrenci grubuna. Bunu anladım ve şöyle dedim: “Alicim, senin örnek bir öğrenci olma yolunda ilerlediğini görüyorum. Bu ay senden daha çok çaba sarfeden arkadaşların olmuş ki onları seçmişiz. İsminin buraya asılmasını istiyorsan çalışmaya devam et, davranışlarınla örnek ol, öbür ay beklide seni seçeceğiz kurulda”. Öyle mi, dedi Aliço, o zaman sana afiyet olsun. Saat:15:30 J ve koştu birden. Ali dur, konuşalım, dedim, dinlemedi, kaçtı gitti. İki dakika sonra öğrenciler koşarak bana geldiler: Ali size ve beden hocasına küfrederek bahçeden çıktı gitti, dediler.  Beden Öğretmenimiz geldi çocukların peşinden. Aynısını o da tekrarladı. Bir 10 dakika daha geçti, öğrenciler koşarak tekrar geldiler: Hocam, Ali liselileri toplamış, ilkokul ve ortaokul binaları arasındaki asfalt yolda sizi bekliyor. Karizma yerlerde sürünüyor J Hadi gelin siz çıkın işin içinden. Gitsen bir türlü, gitmesen bir türlü. İki ucu pis bir değnek. Karar vermeliydim ve vermem çok zor olmadı. Bize toplum tarafından öğretilen bir şey vardı; onur her şeyden değerlidir. Beden öğretmenimin gitme hocam demesine aldırmadan gittim. Selam verip yanlarına oturdum duvar başına. Gençlere hangi lise vb. muhabbet soruları soruyorum ama konuşmaya niyetleri yok. Bakın gençler, Ali bizim öğrencimiz, evladımız. Az önce bir şeylere kızdı, biz bir gidip konuşalım dedim, çıt yok. Ali; tamam hocam, dedi. İlkokul binasına doğru yürüyoruz, gençler 7-8 kişi peşimizden yürüyor. Müstakil binanın içine girerken, siz bahçede bekleyin, arkadaşınız gelir 15-20 dk sonra dedim. Biz içerde Aliyle konuşuyoruz. Her 15-20 saniyede bir: Aliiiii, gelelim mi laaaan, vb nidalar. Çıkıp uyardım, gençler ister içeri gelip çayımı için, ister bahçede bekleyin, geliyor arkadaşınız 10 dk sonra, dedim. Sesler kesilmedi. Tabi Ali bu arada dışarıdan gelen ters rüzgarın etkisiyle benim rüzgarıma karşı yelken açıp direniyor, ters düz konuşuyor. Dayanamadım, gözüm bir sopaya ilişti ve o an kendimi bağırarak bahçede buldum. Gençler böyle bir reaksiyon beklemiyordu heralde ki, hepsi bir yerlere kaçışıp kayboldular. Tekrar girdiğimde ben hiçbir şey demeden,  Ali, çok çok özür diledi, hatasını anladığını söyledi. Kötü bir yöntemle yerlerde sürünen karizmayı kazasız bir şekilde ayağa kaldırıp, işimize devam ettik (tabi o sıralarda öravlı değildim, empatiyi, destekleyici cümleleri, onurlandırıcı cümleleri bu kadar bilmiyorduk J ). Bu anıyı Yusuf Ziya Hocamın ısrarı ile anlatıyorum, 2010 yılında okulumuzun aldığı  seminerde dinlemişti bunu bizden ve benden söz almıştı e-kampüse yazmam konusunda. Üç yıllık bir gecikme ile  sözümü tuttum Yusuf Hocam J

Ve bu yıl Kayseri İl Denetmenlerine vermiş oldukları seminer akşamında okulumuzu ziyaret ettiler. Okulumuz ve buradaki çalışmalarımız hakkında sohbet ettik. Bunları da yazmam konusunda ricada bulunmuştu, işte onları da yazıyorum Yusu Hocam, alacak verecek yok J))

Çalıştığım okula sınıf öğretmeni olarak gelmiş, 2 yıl sınıf okutmuş ve sonrasında sınav kazanarak görev yaptığım okula okul müdür yardımcısı olarak atanmıştım. Müdür yardımcısı olarak atanmadan önce aynı okulda iki yıl öğretmen olarak çalışmak işlerimi çok kolaylaştırıyordu. Çünkü anasınıfı hariç (onlar teneffüslere bizden farklı zamanlarda çıkıyorlardı) birden sekize kadar bütün öğrencileri az çok tanıyordum. Nöbette teneffüslerde, hafta kutlamalarında, sosyal etkinliklerde (gezi-gözlem,yürüyüş,şenlik,kermes) ve kulüp çalışmalarımda öğrencileri gözlemleme, tanıma fırsatım olmuştu. Kim fıstıklı-çikolatalı pasta sever, kim geceleri horlar, kim balıklama yüzer J bilmesem de; teneffüslerde kim kimle gezer,  ailelerin sosyo-ekonomik-eğitim  durumu nedir, çocukların ve ailelerin-çevrenin hayata bakış açısı nedir, insanların toplumsal hayali nedir, hangi öğrenci hangi öğrenci ile gezer-tozar, sevindikleri-üzüldükleri olaylar veya olaylara bakış açıları nelerdir, kim sazan (lama) atlar J vb. soruların cevabını bu iki yıl sonunda gayet rahat verebiliyordum. Yöneticilikte de tüm bunlar olumlu transferler yapıyordu çalışmalarımda. Öğretmen arkadaşlarımın desteği ile kurduğumuz aile ziyaret ekipleri –ki biz buna kendi aramızda aile timi diyorduk- aileleri ziyaret etmeye son hızla devam ediyorduk. Hedefimiz; iki yılda gidilmeyen ev bırakmamaktı. Bunu da başardık bir iki ev hariç. Bu performans, ailelerin okula ve eğitime bakış açısını da olumlu yönde değiştirdi. Şimdi bu yazıyı okuyanlar, Kayseri’nin merkezinde, büyükşehirin kenar mahallesinde de olsa , eğitime bu kadar soğuk yaklaşılır mı diyecekler. Evet, evet, evet. Çalıştığımız eski müdürümüz bu mahallenin insanıydı, burada büyümüştü. Bizim önümüzde örnek alacak okumuş insan sayısı bir elin parmağını geçmediği için eğitime bu kadar soğuk bakıyoruz, iyi örnekleri çoğaltamazsak bizim okula ve eğitime bakış açımız  “odun”  kalacak hep derdi kulağı çınlasın. Ailelerin temel söylemi ise şu idi: “Amaaan Hoca! Çocukların yiyeceği bir ekmek değil mi, nerden olsa yerler büyüyünce, okumazsa okumaz, napim”. Bizim tüm gayretimiz; cümlenin başındaki “Amaaan Hoca!” ve cümlenin sonundaki “okumazsa okumaz, napiiim” ifadelerini kırmak içindi. Hadi sorun, kırdınız mı o hastalıklı bakış açısını deyin.  Ama yemezler! O soruya hemen evet cevabı alamazsınız benden. Geribildirim ilkeleri ile sorun söyleyeyim. “Bu süreçte neleri iyi yaptığını düşünüyorsun? Şimdi süreci başa alsak nasıl davranırdın, neleri değiştirmeyi düşünürdün?“ sorularını sorun söyleyeyim . Koçluk eğitimi aldık ne de olsa J  Neyse uzatmayayım; cevabım evet. Her şeyi olmasa da çoğu önyargıyı kırdık. En azından şunu söyleyebilirim: Artık her veli “çocuğum okusun, ayakları üstünde dursun. Her işi yapabilir ama en azından bilinçli yapsın, tercihen de memur, öğretmen, doktor neyim olsun J”  diyor. Öğrenciler de eskiye nazaran çok çalışıyorlar ve bir şeyleri elde etmek için çalışmak gerektiğinin farkındalar.

Tüm bunları yapmak için çok çalıştık. Örnek mi istiyorsunuz, vereyim. Sınıflarımızda projeksiyon makinesi yoktu. Sadece BT sınıfında vardı ve orası da kutsal bir mekan! gibi her zaman kullanılamıyordu. Karar aldık, proje hazırladık, hedef koyduk; “Beş yılda 15 projeksiyon ve laptop”.  Hedefe nasıl varacağımızı kimse bilmiyordu. Okul aile birliği başkanı gözünü kurban derisine dikmişti ve bunu toplantıda ağzında kaçırdı çekinerek, hepimiz birden atladık fikrin üzerine çünkü başka hiçbir yerden ümidimiz yoktu projeyi gerçekleştirmek için. Mahallede kurban bayramında herkes kurban kesiyordu ve derileri tanınmış, tanınmamış kişiler rastgele topluyordu. Önce imamlarla konuştuk, Cuma hutbesinde konuyu işlediler. Yardım yakından uzağa doğru olur dediler ve eklediler: Derilerin biri okul aile birliğine, biri camiye. İki yılda okul aile birliğine bağışlanan derilerle 4 sınıfa projeksiyon makinesi, ses sistemi ve laptop aldık. Usanmıştık artık, deri toplamakla geriye kalan 10 sınıfı nasıl halledecektik. Gözümüzü aslen buralı ve şuan çok zengin olan İstanbul ve Ankara’da faaliyet gösteren ulusal çapta iki büyük firmaya diktik. Telefonla konuştum yönetim kurulu başkanları ile; hocam çok isterdik ama, diye başlayan ZAAF cümleleri ile karşılaştım. Yılmadık, mahallenin hatrı sayılır, akil insanlarından (gerçekten akil) bir heyet kurup uçak biletlerini aldık, ceplerine harçlıklarını zorla sıkıştırıp taşı toprağı altın olan iki böyüüük şehre yolladık ve heyecanla telefon beklemeye başladık. İkinci günün ortasında telefon geldi, sonuç harikaydı: 10 sınıfa laptop, ses cihazı, projeksiyon makinesi ve bir de joker istek: Başka ihtiyacınız varsa sorun hocalara. Cevabı hemen yapıştırdık: Her sınıfa akıllı tahta istiyoruz. Bu da kabul edildi ve bütün sınıflarımız 3 ay sonra akıllı İdi (Ziya Selçuk hocanın; bize akıllı sınıflar değil, akıllı öğretmenler lazım, sözünü de hiç unutmadık ve öğretmenlerimize öğretmenliğin en önde olduğunu, öğrenmede teknoloji payının %1’ler civarında kaldığını da hep hatırlattık, amaç değil araç olarak görmemiz gerektiğini hep vurguladık). Sonra mı? Sonra yine kaşındık, boş duramadık. Yine bir heyetle gidip belediye başkanlarından birini ayarttık; ilkokul ve ortaokulun tüm çatı sistemi yenilendi. Okulun tüm sıva, badana-boyası yenilendi. Yerler granit mermer oldu. Tüm kapılar amerikan panel kapı, tüm pencereler PVC sistem oldu vs.

Şimdi de irili ufaklı çalışmalarla yeni projeler geliştirmeye çalışıyoruz. Tüm çabamız ilgi alanımızda değil, etki alanımızda bir şeyler yapabilmek. Uzanabildiğimiz kadar çok kişiye ulaşmak. Yaşamak istediğimiz çevreyi şekillendirmek. Başkalarının istediği gibi bir çevrede değil, kendi istediğimiz ve şekillendirdiğimiz  iyi bir çevrede, iyi insanlar arasında yaşamak…

Sevgi ile kalın…

Bülent KÖSEOĞLU

Mimarsinan Ortaokulu

Müdür Yardımcısı

(Örav K.Z.E.)

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...