LONNDRA İZLENİMLERİ
LONDRA İZLENİMLERİ
Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı, Hayatboyu Öğrenme Programı/ Leonardo da Vinci Hareketlilik Projeleri kapsamında, Balıkesir Gençlik ve Sosyal Gelişim Derneği bünyesinde hazırlanan “2008–1 TR- LE003–00936” numaralı “Okulöncesi Eğitim Programlarında Farklılıklara Karşı Olumlu Tutum Geliştirme” isimli projemiz, T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığınca kabul edilmiş, söz konusu proje kapsamında İngiltere, İtalya ve Almanya’ya teknik geziler düzenlenmişti. Ben de katılımcı olarak 06–19 Nisan 2009 tarihlerinde İngiltere’ye gittim.
Projemiz, çocuklarda farklı kültürlere, yabancılara ve engelli insanlara karşı olumsuz davranış ve tutumlara yol açan etkenlerin araştırılması ve bunu engellemeye yönelik okul öncesi eğitim programlarında yer alan uygulama ve etkinlikler ile kullanılan araç ve gereçlerin incelenmesi, tartışılması ve bu olumsuz tutumları engellemeye yönelik program ve etkinliklerin yaygınlaştırılmasını amaçlamaktaydı.
Bu proje ile ziyaret edilecek ülkelerin okulöncesi kurumları gezilecek, yukarıda belirtilen amaçlara yönelik çalışmalar gözlenecek, çalışmalar değerlendirilecektir. Aynı zamanda katılımcılar kültürlerarası ilişkileri de geliştirecektir.
İstanbul Atatürk Havalimanından, Londra Stansted Havalimanına üç saat kırk beş dakika uçarak ulaştık. Yolculuk boyunca, başta İngiltere’deki eğitim sistemi ile ülkemizdeki eğitim sistemleri arasındaki farkı merak ettiğim gibi, insan ilişkilerini, sosyal ve ekonomik yaşamı da merak ediyordum. Bu güne kadar İngiltere hakkında romanlardan, gazete ve dergilerden, zaman zaman televizyondan ve internetten bilgi edinmiştim ama öğrenme yaşantı ürünü olduğuna göre, yaşayıp görme farklı olacaktı.
Havalimanından, Viktorya metrosuna gidip, oradan konaklayacağımız Christian Palece’deki Qeens Hotel’e geçtik. Otel, tarihi dokusu ile etkileyiciydi. Ünlü Fransız yazar Emile Zola 1898-1899 yıllarında bu otelde kalmış. İngiltere’de kaldığımız süre içerisinde gördüğüm en çarpıcı noktalardan biri buydu zaten. Tarihi dokuya sonuna kadar sahip çıkılmış ve özgün bir şekilde koruma altına alınmıştı. Hatta Londra’da ziyaret ettiğimiz Victoria ve Albert Müzesi’nin duvarlarında, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından Londra’ya atılan bombaların izleri taptaze duruyordu. Bu izleri kapama yoluna gitmemiş İngilizler. Tarihi, hem tüm görkemiyle, hem de hataları ve acılarıyla unutmamaya kararlı bir kent Londra.
Tarihi zenginliğinin yanı sıra tam anlamıyla bir “yeşil Londra” vardı karşımızda. Falih Rıfkı’nın: “Yeşile koşan Londra’yı gördükçe, hep denizi kovan İstanbul’u düşündüm” sözlerini hatırladım. Çok haklıydı. Neredeyse tümü iki katlı yeşil bahçeli evler, geniş, temiz caddeler ve uçsuz bucaksız yeşil alanlar… Ancak peşinizi hiç bırakmayan bir yağmur, kapalı ve sisli, puslu bir hava, güneşe hasret bir Londra.
İngiltere, 1800’lü yılların başında dünyanın süper gücüydü. Sanayi devrimini tamamlamış, ticaretini artırmak amacıyla dünya pazarlarını birer birer ele geçirme çabasına girmişti. İngiltere’nin sömürge politikası nedeniyle doğuda Karayiplerden, batıda Amerika’nın bazı eyaletlerine kadar geniş topraklara sahip olması nedeniyle bir sömürgesinde güneş battığında diğer sömürgesinde güneş doğuyordu. Bu nedenle İngiltere’ye, “güneş batmayan ülke” denilmiş. İngiltere'nin bağlı olduğu Birleşik Krallık; Büyük Britanya adası ülkeleri (İngiltere, Galler ve İskoçya) ile İrlanda Adası'nda yer alan Kuzey İrlanda'dan oluşuyor. Ancak ekonomik ve siyasal gücü İngilizler elinde tutuyor.
Avrupalıların, okuma alışkanlığı konusunda bizden fersah fersah ileride olduğu gerçeğini hep biliriz. Ancak buna tanık olduğumda nedense şaşırdım yine de. Londra’daki metrolarda insanlar seyahat ederken, hemen herkesin elinde ya kitap, ya gazete, ya da dergi görürsünüz. İngiltere’de yayımlanan tüm gazeteler olmasa da metrolarda kimi gazeteler (Metro, Thelondonpaper, London Lite) insanlara bedava dağıtılıyor. Londra’nın altı bir örümcek ağına benzer demiryolu ağı ile kaplı. Yürüyen merdivenlerle yeraltındaki metrolara ulaşıyorsunuz. Bir yabancı da olsanız, biraz harita okuma beceriniz varsa, hangi metroya, hangi perondan bineceğinizi, hangi istasyonda metro değişimi yapacağınızı, her istasyonda panolarda bulunan, ya da kendi edineceğiniz küçük haritalarla çözebilirsiniz.
İngiltere’de, ilkokul 5-11 yaşları arasındaki çocukları, ortaokul ise 11-16 yaşları arasındaki çocukları kapsamakta. Bu iki dönemdeki eğitim (5-16 yaş) zorunlu. Okulöncesi eğitim ise, zorunlu eğitim kapsamında değil. 3 ay-5 yaş arasındaki çocuklar için sağlanan eğitim imkânının dört çeşidi var. Bunlar: Gündüz kreşleri (4-5 yaşa kadar); okulöncesi grupları veya oyun grupları (2-4,5 yaş arası); çocuk bakımı okulları ve sınıfları (3-4,5 yaş arası); özel okullardaki sınıflar (4 yaşından itibaren)
Londra Merkezde ziyaret ettiğimiz bir okul öncesi eğitim kurumunda (Nursery school); 3 ay- 5 yaş çocukları eğitimlerini sürdürüyorlar. İsteyen aileler, çocuklarıyla etkinliklere katılıp “workshoplar” yapıyorlar. Çeşitli etnik gruplara ait çocuklar, bir arada eğitim görüyorlar. Her çocuğa ait ürünlerin saklandığı portfolyo dosyaları tutuluyor. Bu dosyalar dönem sonunda ailelerine teslim ediliyor. Çocuklar okula sabah 08.30 gibi geliyor, akşam 18.00’e kadar okulda eğitimlerini sürdürüyorlar. Kurumda, farklı kültürlere ait çocuk kıyafetleri, mutfak eşyaları var. İsteyen çocuk istediği kıyafeti giyebiliyor. Bir köşede bulunan oyuncak bebeklerin renkleri bile farklı. Zenci bebek, beyaz bebek, çekik gözlü bebek vb. Çocukları izlerken gördüğüm bir ayrıntı çok hoşuma gitti. Camekandan yapılmış bir kum havuzunda oynayan 4-5 yaşlarında iki çocuktan birisi, kovasına kumu doldururken bir kısmını yere döktü. Diğer çocuk hemen yanında bulunan küçük süpürgesiyle yeri süpürüp, küreğine koyarak kumu tekrar kum havuzuna boşalttı. Bu davranış, çocuğun sorumluluk bilincinin gelişmesi için önemli bir noktaydı. Eğitim ortamında etkinlikler, dörder beşer kişilik gruplarla yapılıyor. Yaş seviyelerine göre aynı ortam içerisinde gruplar oluşturulmuş. Her grubun başında Lise öğrenimi üzerine 3 yıl eğitim görmüş öğretmenler görev yapıyorlar. Çocuklar çok özgürler, sürekli oyuna dayalı etkinlikler öğretmenlerce planlanıp çocuklarla birlikte uygulanıyor. Çocukların yaptığı çalışmaları belli bir süre duvarlardaki panolarda sergiliyorlar.
İngiltere’ye gidişimiz aynı zamanda Paskalya (Easter) bayramına denk gelmişti. Bu süreç içerisinde okullar da tatildeydi. Tatiller dışında bir okul öncesi eğitim kurumu olarak faaliyetini sürdüren, tatillerde ise kapılarını kapatmayıp Holiday School (Yaz okulu) olarak hizmet veren bir okul öncesi eğitim kurumunu ziyarete gittik. Hava güzel olduğu için çocukların büyük kısmı bahçede etkinliklere katılıyordu. Çocuklar için doğal bir ortam yaratılmıştı. Normal çocuklarla birlikte özel eğitime gereksinimi olan çocuklar aynı ortamda eğitim alıyordu. Özellikle, özel eğitim gereksinimi olan her öğrenci, gönüllü bakıcılar tarafından eğitiliyordu. Bu bakıcılar, yerel yönetimler tarafından finanse ediliyormuş.
Londra’da müzeler de çok zengin. Paskalya tatili nedeniyle öğrenciler müzelerin önünde uzun kuyruklar oluşturmuşlar. Özellikle Bilim Müzesi (Science Museum) öğrencilerin en gözde mekânları arasında. Müzeyi biz de gezdik. Özellikle, depremin oluşumu ile ilgili simülasyon çok etkileyiciydi. Depremi bu müzede biz de yaşadık. Yine pek çok bilimsel buluşun basit düzeneklerini görüp yerinde izlemek hayranlık uyandırdı hepimizde. Victoria ve Albert Müzesi her bölümünde tarihi yaşatıyor size. Jeoloji ve Araştırma Müzesi de etkileyiciydi. Hele hele British Museum müthişti. İngiltere, sömürgelerinin uygarlık ve tarihi zenginliklerine ait önemli eserleri bu müzeye taşımış. Mısır’a gitmeden Mısır uygarlığını bu müzede görmeniz olası. Özgün mumyalar, sfenksler olduğu gibi muhafaza edilmiş. Afrika uygarlığını, Hint uygarlığını, Amerika yerlilerine ait uygarlığı ve tarihlerini burada görmek olası.
Londra’da en hoşuma giden noktalardan biri de insanların birbirlerine saygılı ve nazik davranmasıydı. Farkında olmadan birbirine hafifçe değseler bile, hemen özür diliyorlar. Metroda, otobüslerde bağırarak, yüksek sesle konuşmuyorlar. Sürücüler yayalara karşı çok anlayışlı. Yayalar, sürücülerden önce geliyor. Bir yaya karşıdan karşıya geçecekse, sürücü mutlaka duruyor, yayaya yol veriyor.
Londra’dan döndükten iki gün sonra işim nedeniyle bir banka şubemizde sıra beklerken, bir genç sert şekilde bana çarpıp özür dileme nezaketine dahi göstermeden giderken, kendisine “Beni sarstın delikanlı” dediğimde, gencin verdiği cevap ilginçti: “Ben sarsarım abi!”
İngiltere’de ziyaret ettiğimiz ikinci şehir Oxford idi. Oxford, dünyanın en ünlü üniversitelerinden olan Oxford Üniversitesi'nin ev sahibi olan bir şehir. Başkent Londra'ya80 kilometreuzaklıkta olan Oxford, %26'lara ulaşan öğrenci nüfusu ile kültürel hareketliliğin İngiltere'deki merkezi. Tüm şehre yayılmış olan Oxford Üniversitesi'nin tarihi binaları, görkemliydi. Şehrin içindeki birçok park, yeşilin tarihi bir dokuyla birleşmesini sağlayıp huzur dolu bir atmosfer yaratıyor. Bu huzurlu atmosferin yanısıra Oxford, öğrenci yoğunluğunun fazla olması nedeniyle, gece hayatının da oldukça hareketli olduğu bir şehir. Kısacası bu kent, Londra’ya göre daha dingin, insanda huzur duygusu uyandıran, İngiltere’de kalmak isteyenler için ideal bir yer.
Oxford’tan döndükten sonra dönüş hazırlıklarımıza başladık. Gelişmiş eğitim düzeyi, çağdaş ve nazik insanları, tarihi sahiplenen anlayışı ve yeşili kucaklayan kentsel dokusuyla masal ülkesi İngiltere’ye veda etmek zor olmadı. Çünkü bütün bunların pek azını barındırsa bile, ülkeme benim gerçek cennetime dönüyordum.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...