Varoşlarda müdür olmak
Okullarda tartışmalı bir konu var: “Yönetici olmak.”
Aslında okullarda sürekli tartışılan konu yöneticilik mi, lider olabilme mi emin değilim?
Başka bir söyleyişle ekibe değer veren, ortak aklı işleten, hep birlikte üreten, insanları değil insanlarla yöneten, başkalarının başarılarını alkışlayan, öz güveni yüksek biri mi?
Yoksa düşündüğünü uygulatmak isteyen, yukarıdan bakan, gördüğünü algıladığı noktaya oturtup doğru bulan, bazen babacan/anacan, bazen bana dokunmayan bin yaşasın anlayışına sahip, bazen günü kurtarma derdine düşen ama sürekli eleştiren, ürettiği bahaneleri en büyük sığınak olarak gören mi?
Yine bir başka söyleşiyle okul ortamı mevzuat, öğretmen, öğrenci, tören, kitap defter, araç gereç mi? Kuralcılık, bastığı yeri titretmek, bağırıp çağırmak ya da görmezden gelmek mi?
Bütün bu tartışmaları bir kıyıya koyarak başka bir hususa değinmek istiyorum.
Kendilerini gariban olarak tanımlayan, hemen her koşulda okula / yöneticiye / öğretmene karşı ön yargılı olabilen, çabuk sinirlenip bir o kadar çabuk sakinleşebilen, güya çocuklarının karşılaşabileceği tehlikeler olduğunu fark edip o tehlikelere karşı kendince önlemler ürettiğini varsayanların bebelerinin, çocuklarının okuduğu okulların kısaca varoşların okullarında lider, yönetici, müdür olmaktan söz edeceğim.
Varoşlarda lider, yönetici olmak…
Varoşlarda müdür olmak.
Varoşlarda müdür olmak bir anlamda “Acıların sancısına” ortak olmak demektir.
Şaşırdınız mı?
Varoş insanı aslına bakarsanız biraz kaderci, biraz isyankâr, biraz kabadayı, biraz duygusal genellikle yoksul, günlük yaşayan, özentili, aile içi / aile dışı ilişkileri farklı, düzenli hayatı ve işi olmayan bir prototiptir.
Bazen tek, bazen çok katlı gecekonduların iki göz odalarında kömür kokusu arasında, çiğ basma perdelerin örttüğü camların arkasında geçer onların fırtınalı hayatları.
Radyolarından yayılan arabeskin güya aşk şarkıları en büyük ortaklarıdır onların, en büyük teselli kaynakları.
Bu yüzdendir ki yürekleri başkadır varoştakilerin. Çarşıda da başkadır, pazarda da. Okulda da başkadır, parkta, sokakta, mahallede de…
Örneğin onlar çocuklarını okulun bahçe kapısında bırakmak istemezler. Onlar işe önce çocuğunun çantasını omuzlayarak başlar. Sonra illa okul bahçesine girer, sıraya kadar gelir, okula, sınıfa çıkmak ister. Bunun içinde çocuğunun doğru ya da yanlış yönlendirmesiyle başka çocuklara sataşma dürtüsü vardır. Öğretmen gelene kadar sınıfta bekleme, öğretmen gelince ona sataştığı konuyla ilgili bir şeyler sorma, “Bak çocuğumun başına bir şey gelirse karışmam haa!” diyerek yüksek sesle söylenme, arkasından müdürün yanına vararak, “Biz çocuğumuzu okula okusun diye gönderiyoruz.” diyerek kendisini rahatlatma içgüdüsü bulunmaktadır.
Varoşlarda müdür olmak bir anlamda muhatapların “Hayal hırsızı olmamak” demektir.
Çünkü ayaklı gazetedir varoşlarda insanlar. Mahallenin girdisinden, çıktısından haberdardır onlar. Bir sokağın herhangi bir evinde yaşanan tartışmadan, kavgadan da bilgileri vardır, saklı uğrun yaşanan aşklardan, sevdalardan da…
Kapı önlerinde ayaküstü yapılan sohbetler doyumsuzdur onlar için. Sohbetin konusu söylenti, abartı veya gerçek ne fark eder ki. Bir fısıltı çok kısa sürede yayılır mahalleye, yayılan bu fısıltı yine çok kısa bir sürede felaket bir çığa dönüşebilir. Hayalleri vardır onların ve onlar hayalleriyle yaşarlar.
Dolayısıyla varoşların genellikle en çağdaş yüzü olan okullar hemen herkesin gözü önündedir.
Elbette öğretmenlerde…
Varoşlarda müdür olmak bir anlamda kırık gönüllerin “Hissettiklerini hissetmek” demektir.
Onlar için en öncelikli öncelik koruma kollama vazifesidir. Çocuğun oynarken olsa bile düşmesi doğru ve doğal değildir. Şakalaşırken ağızdan çıkacak bir söz aman ne belalar açar başa.
Birinci sınıfta çocuğu okuyan bir velinin elindeki çöp adamlardan menkul resmi gösterip, “Bak hoca biz namuslu bir aileyiz, onun oğlu bu resmi kızıma vermiş. Olur, mu böyle şey diye.” kapıma dayandığı anı hiç mi unutamıyorum.
Varoş insanı genellikle memnuniyetsizdir. Sık sık şikâyet ederler. Temizlikten, güvenlikten, eğitim ortamından şikâyet ederler. Bütün dünyaları kafalarındaki kurgudur. Pireyi deve yapmakta üstlerine yoktur.
Sürekli birbirlerini tetiklerler.
Hava atmayı severler. Kalın egzozlu 80 model şahin’ in şoför mahalline bindirdikleri çocuklarını öyle bir getirirler ki sormayın gitsin.
Varoşlarda müdür olmak “ulaşılmazı erişilir kılmaktır.”
Varoş okullarının anaları gençlikte yaşlanmış gibidir. Ya bedenleri yaşlanmış ya da ruhları…
Kendi aralarında aslan, arkadan konuşurken cengâver iken, yüz yüze görüşmelerde çekingendir genellikle onlar. Konuşurken sıkılgan, utangaç, mahcup. Konuşurken takatsiz, ezik, moralsiz.
Genellikle ayaküstü sormak, ayaküstü kabul görmek gibi bir tarzları vardır.
Unutmuyorum yöneticiliğimin ilk yıllarında birkaç veli okul merdivenlerinin başında “Size bir diyeceğimiz var müdür bey.” demiş, ben de onları “Odama geçin, oturun hemen geliyorum.” yanıtıyla buyur etmiştim. Onlar başlarını öne eğmişler, “Koskoca müdürün odasına gidilir mi, hemen şuracıkta dinleseydi.” mırıldanışları duyunca aklım karışmıştı, bir anda dünyanın hem aydınlandığını hem de karardığını hissetmiştim.
Birkaç saniyeydi belki. Hayatımın en mühim birkaç saniyesi.
Çünkü ben erişilmesi güç, ulaşılması olanaksız, konuşulması imkânsız odasına girilemeyecek kadar koskocaman müdürdüm.
Varoşlarda müdür olmak “(U)mutlu olmaktır.”
Çünkü varoşlarda zaman zaman öğretmenle çocuk, çocukla veli, veliyle öğretmen bazen de öğretmen, çocuk, veli ile mevzuat arasına sıkışır kalırsınız. Karar vermek zül olur bazen.
Çünkü öğretmen bilimsel bilgi açmazında teorik taktikler pençesinde kıvranırken, veli denetimsiz medyanın sallapati tutumundan etkilenip çocuğun attığı adımdan kuşkulanıp ortalığı velveleye verebilir. Çünkü velinin çevresinde kuşkuculuğunu pekiştiren o kadar çok olumsuz örnek, yaşantı vardır ki sormayın.
Bütün olumsuzluklar içinde hatta daha da vahim durumlarda bile mutlu olmak demektir varoşlarda müdür olmak.
Varoş insanı art niyetsizdir bir defa. Varoş insanı sıcaktır. İçtendir. Kindar değildir onlar. Bölüşebilirler derdi de, acıyı, mutluluğu da…
İnanırlarsa, kendilerinden biri olduğunuzu hissederlerse hissettirirler. Şiir gibi, roman gibi…
Motivasyon sağlanırsa “Varışına gelişim, tarhana aşına bulgur aşım!” demeyecek kadar çalışkandır, yakındır onlar.
Ben de müdürüm.
Hem de varoşlarda.
Yıllardır.
Çünkü ben varoş çocuklarını sadece çok sevmiyor onlara çok da güveniyorum.
Çünkü ne yaşayabiliyorum onları yazmadan, ne de yazabiliyorum onları yaşamadan.
Çünkü ben kıratı ve güzeli seven Dadaloğlu gibiyim.
Hem mutluyum, hem de umutlu. 02 Aralık 2013
Yusuf İpekli
Altındağ Abdullah Tokur ilkokulu Müdürü
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...