Kurumuş badem çiçeklerinin altı
Hava basık mı basık, hava kapalı mı kapalı bugün… Gök delindi delinecek. Hava, havasında değil anlayacağınız. Yer göğe kavuştu kavuşacak. Talihin elinde oyuncak olmuş bir halim var adeta. Nefes almak çocuğu evcilik oyunundan koparmak kadar zor. Nefes almak maden kömürü çıkaranın toz duman içinde hayata tutunmasından çok daha beter. Nefes almak kapana kısılmış kekliğin can çekişmesinden daha korkunç. Ayrılıklara isyan eden yüreklere sunulmak üzere kır çiçeği toplayan, dinledikçe içten içten ağlatan sevda türkülerinin hayat bulması adına mevlaya yakaran, ilkyaz akşamlarında heyecanları telaşlandıran, baharı besleyen ellerimin sevgiliye uzanarak oluşturduğu yalnızlara yoldaş olmak isteyen dizeler misali tir tir titriyor bedenim. Zorlanıyorum yazmakta bugün. Belleğimden süzülerek yüreğimle buluşan kelimeleri tanımsız bir güç geriye doğru asılıyor sanki. Bütün sevdiklerime, “Kimseden bir şey istediğim yok, az ötede oynayın yeter!” diyesim var. Korkuyla yalnızlaştıramadığım yüreğimden beslenen nehirler, sevda selinin suladığı gözlerimi kurumuş badem çiçeklerinin altında arıyor. Atom bombasıyla avlayamadığım atlıkarıncalar yakamozları oynatan cemreler gibi düşüyor gönlüme. Köpük şekeri yalayan çocuklar misali sevinmek istiyorum. Meyhaneye dönüşüyor hasretlik çeken sinem. Sevdanın mavzeri yaptığım duygular kurşun ağırlığındaki acılarımla buluşarak adını patlatıyor yüreğimde. Kör karanlığı aydınlatan sokak lambası oluyorsun “İnsanlığın ortak türküsünü” çağıran. Kendimi beklemeye başlıyorum sonra. Bir elimde hıçkırık ötekinde sen var gibisin. Yıldızlara ateş etmek isterken kendi soluğumda kayboluyorum. Hava hala basık, hava hala kapalı… Hava havasında değilken hala nereden çıktığını bilmiyorum ama anılar aydınlatıyor kırık beyaz hayallerimi. İkiyüzlülükten uzak, sıcacık, coşkunun kaynağı gözlerini düşünüyorum. Kimi zaman bahara bakış, kimi zaman baharın kendisi, kimi zaman dostluğun, sevdanın, gülüşün sessizliği; kimi zamansa türkü türkü nameleri çağrıştıran hatıraları düşünüyorum…“İstemem yağmasın yağmur, gözümden akıttığın yaş bereketlendirir yeryüzünü.” demek geliyor içimden. Duruyorum bir ara yaşantımı gıdıklayasım geliyor, gülüyorum alıp gittiklerine. Utanmasam ağlayacağım. Utanmasam bas bas bağıracağım. Utanmasam üstümü başımı yırtıp dağlara vuracağım özümü. Ayaklarıma taşların, dikenlerin batmasına bile aldırmayacağım. Utanmasam saçım sakalıma karışacak. Ah be “Ölü şehrin söylenemeyen adı!”Ah be saçına gönlümü astığım güzel günler! Ah be suratımı yalayan sulu sepken! Ah be, “Gamze dolu yüzlerinden / ilham alıp sözlerinden / damla damla gözlerinden / bekle akıp geleceğim.” dedirten saatler! “Kader denen garip çile / kafa tutsa yele, sele / yüreğime zehir bile / dolsa seni seveceğim.” dedirten anlar ah! Dilime dolanan şarkılar, dilimden dökülen şiirler, uyuyan şahmeranı uyandıran halk türküleri. Tam seni düşünürken, tam seni yazarken yağmur taneleri dökülmeye başlıyor yavaş yavaş. Bir ara deli boran gibi gürlüyor hava. Şimşeklerin yeryüzüne yansıyan şavkı hem yüreğimi hem de kara toprağı aydınlatıyor. Hava daha da çok kapanıyor. Hava daha da basık. Hava acı bir haberin habercisi gibi… Hava alıp götürecek gibi tüm sevdaları, tüm sevdalıları... Aldırmıyorum! “Sensiz yeryüzünde gülmem diyenin / sensiz cennete de gelmem diyenin / sevdan sayesinde ölmem diyenin / seviyorum diyen dilleri yalan.” olsa da “Kurumuş badem çiçeklerinin altı” öyle rahat, öyle içten ki hava açık olsa ne yazar, olmasa ne yazar!
Bu gönül ne vakit durulacak, bilmem, ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim, yürüyüp giden de ben...
Yusuf İPEKLİ
07 Ağustos 2012 / Ankara
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...