X,Y,Z
X.Y,Z KUŞAĞI
Matematik dersinde x,y,z çarpanları öğrencileri çok uğraştırır.Analitik düşünme ve problem çözme yeteneğine sahip öğrenciler bu iki, üç bilinmeyenli denklemleri çok kolay çözerler.Ama bu x,y,z denklemleri sadece Matematikte değil sosyolojik hayatın içindede dede, baba, torun üçlüsünü en çok uğraştıran ve adı kuşak çatışması olarak karşımıza çıkan problemlerin başında gelir.
"X" kuşağının egemen olduğu yıllardı.Ataerkil aile yönetiminin derebeyi anlayışıyla "baba ne derse o olur" emri vakisinin istisnasız uygulandığı dönemlerde nurtopu gibi bir "Y" kuşağı doğuverdi.
Rahmetli babam, "biz dünyaya erken gelmişiz, hayatı siz yaşıyorsunuz" diyerek bizleri çok şanslı bir kuşak olarak gördüğü yılları, şimdiki "Z" kuşağına bizler, "Y" kuşağı olarak ne sıkıntılar çektiğimizi, siyah beyaz bir hayat yaşadığımızı balandıra ballandıra anlatmaya çalışıyoruz.Çalışıyoruz çünkü anlamıyorlar, hafsalaları almıyor."Y" kuşağı olarak yaşadığımız dönem, "Z" kuşağına taş devrinden bile daha eski geliyor ve hiç ilgi uyandırmıyor.Okumak isteyenlere ilk ağızdan bir "Y" kuşağı potborisi sunacağım.Yaşı otuzbeşten aşağı olanlara sıkıcı gelebilir...
Seksenli yıllar...Çocukluğumun son dönemleri ve gençliğimin ilk yılları.Doksanlı ve ikibinli yıllarda aklımda çok derin iz bırakan anılar kalmadı.Ama yetmişli ve seksenli yılları çok iyi hatırlarım.
İlkokulda karatahtalarda eğitim gördük.Simsiyah ve beyaz yakalı önlüklerimiz vardı.Kundura veya deri pabuçları zengin çocukları giyerdi.Naylon pabuçlarımız ve silgisi olmayan çok adi siyah kurşunkalemlerimiz vardı.Sarı renkte çok adi defterlere yazı yazacağız diye kanter içinde kalırdık.Çok sert ağaçtan yapılmış, ergonomik özelliği olmayan delik deşik sıralarımız vardı.
"X" kuşağı öğrencileri öğretmenlerini nerde görürse görsün kaçacak delik ararlardı.Pasifize edilmiş, edilgen bir eğitim-öğretim sürecinden tornadaki tahta gibi geçirildiler."Y" kuşağı öğrencileri öğretmenleriyle karşılıklı secgi ve saygı kuralları çerçevesinde mesafeli bir eğitim süreci geçirdiler.Etken olmaya çalışanlar vardı ama edilgen öğrenci daha çok seviliyordu.Ama "z" kuşağı öğrencileri zamanın ruhunu kaçırmadılar.Etken bir yapıyla edilgen öğretmenlerini peşlerinden sürüklediler.Günümüzde öğretmen olmak çok zor.Sınıf hakimiyetini sağlamak ve etken öğrencilerle baş edebilmek isteyen bir öğretmen, yeri geldiğinde usta bir şovmen, yeri geldiğinde kılıktan kılığa giren bir palyaço olmak zorunda.
Şehirlerde üstüne tükürülen adi kaldırımlar var ya... İşte şehirle ilgili, medeniyetle ilgili gördüğüm tek yenilikti.Bırakın köyleri ve kasabaları çoğu şehirlerde kaldırım dahi yoktuTelevizyonun olmadığı evlerde kocaman radyolar vardı.Büyükler "yurttan sesler" korosunu ve ajans haberlerini dinler, biz çocuklarda "radyo tiyatrosu" nu kaçırmazdık.Televizyonda görüntüler siyah beyazdı.Üstelik tek kanaldı ve akşam altıda açılır, gece on birde kapanırdı.Her evde televizyon yoktu.Pazar günleri televizyonda Pazar sineması izlemek için o çok sıkıcı Pazar konseri izlemek zorunda kalırdık.Üstelik televizyonlar regülatör adı verilen cihazlar olmadan çalışmazdı.Bu cihazlar voltaj iniş çıkışlarında televizyonu koruyan bir aletti.Her evin çatısında metrelerce yükseğe dikilen çatal antenler vardı.
Bizim kasaba ana yol üzerindeydi.Şehre gıda nakliyatı yapan kamyonlar sabah erken saatte kasabadan geçerlerdi.Babam ve birkaç kasabalı kamyonları durdurur, çuvallar dolusu çay, margarin, filtreli sigara ve şekeri indirir, iki katı fiyatına satın alırlar ve evlere taşırlardı.Tüp kamyonu geçince alabildikleri bütün tüpleri satın alırlardı.Çünkü bütün temel tüketim maddeleri karaborsaydı.
Şehre ilk geldiğimde en çok dikkatimi çeken Belediye otobüslerinin kendi kendine açılıp kapanan kapılarıydı.Uzun bir süre bu kapıların insan eli değmeden nasıl açıldığını meraklı gözlerle izlemiş ama bir türlü anlamlandıramamıştım.
İlk defa bir uçağı havada gördüğümde izlerken boynum tutulmuştu.Çok katlı apartmanlar ve kalabalık şehir hayatı çocukluk dönemimin unutulmaz şaşkınlıklarımdandı.
Seksenli yılları anlamak için eski siyah beyaz fotoğraflara bakmak yeter.İlkokul, lise ve askerlik yoklamamdaki vesikalık resimler siyah beyazdı.Renkli vesikalık fotoğraf çekimine doksanlı yılların başında geçilmişti.
Seksenli yıllarda evlerde sadece bir tane çeşme bulunurdu.Oda mutfakta olurdu.Banyoyu sobada ısıtılan suyla leğende yıkanarak yapardık.Bir sağa, bir sola dönen üstü açık, şanzımanlı çamaşır makinelerinde yıkanırdı çamaşırlar.Kazanda ısıtılan sıcak su çamaşır makinesine dökülürdü,kendinden ısıtmalı değildi.İşin en zor tarafı yıkanan çamaşırların tek tek makinenin merdanesinden geçirilerek sıkılmasıydı.Bu merdaneler çok tehlikeli çalışır, insanlar saçlarını, ellerini sıkıştırırdı.
Elektrik sigortaları kapının hemen üstünde yer alırdı.Sigorta attığında topaça benzeyen sigorta ampul gibi çevrilerek yerinden sökülür ve ince tel sarılarak tekrar yerine takılırdı.Çoğu kere sigorta atmasın diye sarılan kalın teller yüzünden elektrik yangınları çıkar, elektrikli aletlerimiz yanardı.
Her evde su kesintileri yüzünden su depoları bulunurdu.Bu depoların şamandırası bozulup su kesildiğinde şehir şebekesinin iç basıncıyla depodaki bütün su geri kaçar yine susuz kalınırdı.Bazen gece vakti ansızın gelen su yüzünden depo taşar, bütün evi su basardı.Suyun yokluğu da bir dertti, varlığı da bir dertti.
Banyolarda odun yakılarak su ısıtılan sobalı şohbenler vardı.Banyo yapmak için saatler öncesinden sobalı şohbenler yakılır bütün aile o akşam banyo yapmak zorundaydı.Şampuanın adı da yoktu kendide yoktu.Yeşil renkli, ev yapımı zeytin yağlı sabunla yıkardık vücudumuzu ve saçlarımızı.Buzdolapları tek kapılıydı.Haftada bir buzluğundaki buzları eritmek için fişini çekerdik buzdolabının.Eriyen buzlar bütün buzdolabını batırırdı.
Şimdiki gibi modern çekyatlar yoktu.Tahtadan yapılma kanepeler vardı.Nazilli basmasından pamuk ve yün döşekler ile hasır yastıklara oturur, kalkardık.Kanepelerdeki tahtakuruları geceleri her yerimizi ısırır ve bizleri uyutmazdı.
Koca bir kitap kalınlığında VHS video kasetleri vardı.Ve bunların içine sokulduğu kocaman video oynatıcıları.Teyp kasetleri vardı, üzerine onlarca şarkı kaydettiğimiz ve sarınca kalemi çarkına sokup düzelttiğimiz.
Cep telefonunu hayal etmeyi bırakın ev telefonları bile her evde yoktu.Şehirler arası telefon görüşmesi yapmak için önce telefonun manyetosunu çevirir, postanedeki memuru arayıp, aramak istediğiniz şehirdeki telefon numarasını verir, beklemeye başlarsınız.Şansınız varsa on dakika sonra postane memuru önce şehirdeki postane memurunu bağlar, oda ev telefonunu bağlardı.Alt yapı o kadar kötüydü ki telefonla konuşurken avazınız çıktığı kadar bağıra bağıra konuşmak zorunda kalırdınız.Konuşmanın tam ortasında da hat kesilirdi.
Şehirler arası otobüslerde klima yoktu.Yolculuk sırasında havalandırma camları açılır, püfür püfür esen rüzgarda saç, baş dağılarak, kulaklarınızda müthiş bir uğultuyla seyahat ederdiniz.Birde herkes sigara içerdi o yıllarda.Sigara yasağı yoktu.Yolculuk sırasında bir şehirden bir şehre kilometrelerce uzanan ahşap telefon direkleri size eşlik ederdi.
Yaşı kırkı geçenlerin çocuklarına masal kıvamında anlatacakları eski zaman hikayeleri çoktur.Bizler “y” kuşağı olarak babalarımızı anlayamamıştık.Şimdilerde “z” kuşağı çocuklarımızın bizi pek anladıkları söylenemez.Yeni nesil hem çok şanslı hem de içi boş yetişiyorlar.Kim bilir, bizim çocuklarımızda büyüyüp birer yetişkin olduklarında, kendi çocuklarına hayatta ne kadar zorluk çektiklerini ballandıra ballandıra anlatacaklardır
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...