KADINA ŞİDDET VE BUMERANG
Başımızın tacı, elleri öpülesi, insan soyunun devamı kadınlarımızın "Kadınlar Günü" yaklaşıyor.Bu vesileyle fokurdayan çorbaya bir tuzda ben atayım dedim.İnşaallah, çorba çok tuzlu olmaz...
Görsel ve yazılı basında, hergün aşina olduğumuz vazgeçilmez magazin haberidir kadına şiddet olayları.Uygulanan tüm kanuni tedbirlere rağmen azalacağı yerde sanki her geçen gün önüne geçilmesi mümkün olmayan toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Yetmişli yıllarda halkımızın yediden yetmişe merakla izlediği ve bir hafta boyunca dilinden düşürmediği meşhur Türk filmlerinde görmüştük esas oğlanın esas kızı evire çevire dövdüğü “Seviyor musun..?” sahnelerini.Beyinlere kazınan bu sahneden çok etkilenen babalarımız, annelerimizi severken dövmeyi marifet zannetmişti.Hatta bu akıma ünlü bir sanatçının adıyla “Kadirizim akımı”denmişti.Türk erkeği eşini gösteriş için değil, kalpten sever, gerekirse döverdi.Tıpkı filmlerde olduğu gibi...Millet olarak kadını severken dövmeyi bu filmlerden öğrenirken, rahmetli Ayhan Işık ve Sadri Alışık'tan hem kadın dövmeyi hemde sigara içmeyi öğrenmiştik.
Kadına şiddetin önünü birazda annelerimiz açtı.Bebeklik ve çocukluk yılları erkek ve kız çocuklarının ilk eğitimlerini aldıkları zamanlardır.Anneler erkek çocuklarını “Paşam, delikanlım, evimizin direği, soyumuzun devamı, aslanım, kaplanım” gibi üstünlük psikolojisi içinde pohpohlamayla yetiştirdi.Evin oğlu sevdiği bir kızı kaçırdığında “Aferim, adam olmuşta kız kaçırmış benim oğlum” denilerek yaptığı davranış kahramanlaştırılırdı.
Kız çocuklarını ise “Sen kızsın evde otur, Koş babana çay getir, ortalığı süpür, yemek yapmayı öğren, yarın evlendiğinde kocanın çayını, çorbasını eksik etme, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer, kızını dövmeyen dizini döver, kızını dövmezsen ya davulcuya kaçar yada zurnacıya” telkinleriyle yetiştirdi.Evden kaçan kız çocukları affedilmez, utanç kaynağı olduğundan kötü gözle bakılırdı.Bazı bölgelerimizde namus, töre cinayeti ve kan davası şeklinde devam ettiğini görüyoruz.
Annesinden pohpohlanmaya alışkın delikanlılarımız, büyük bir aşkla evlendiği eşlerinden duyduğu küçük bir serzenişi bile kaldıramayınca bilinçaltındaki “Hem severim, hem döverim..” içgüdüsüyle şiddete yöneliyor.Eşine şiddet uygulayanların sayısı TV'den izlediklerimizden kat be kat daha fazla.Ama bunların tamamına yakını “Kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışıyla aile içinde ört bas ediliyor.
Sorgusuz, sualsiz her daim acıktığında önünde sıcak yemek bulan, beğenmediğinde anında beğendiği yemek yapılan, çayına şeker katılıp karıştırılan delikanlılarımız alışık olduğu bu sınırsız fedakarlığı, eşinden göremeyince çılgına dönüyor...Eğer birde eşi erkekliğine laf ederse cinnet geçiriyor...
******
Yirmi yıllık evli çift kendi aralarında konuşuyorlar; Kadın söyleniyor...
"Sen benim gibi kadını zor bulursun, ne talihsiz kadınmışım ki senin gibi biriyle evlendim.."
"Hanım, ne yanlışımı gördün de böyle konuşuyorsun?"
"Siz erkekler yok mu, gözünüz hep dışarıda..."
"Yahu hanım, evlendiğimizden beri gözüm senden başkasını görmedi.."
"Sen külahıma anlat bunları, ben ölmüş olsam, kırkım çıkmadan hemen evlenirsin..."
"Allah gecinden versin hanım, ne evlenmesi, senin üstüne gül koklamam..."
"Ben malımı bilmez miyim, ben öleyim diye bekliyorsun..."
"Senle konuşulmaz hanım, ben kahveye gidiyorum..."
"Benimle iki çift laf etmeye vaktin yok ama işyerindeki kadınlarla akşama kadar kıkırdaşıyorsun, defol git.."
******
Birazda beş yüz yıl öncesine gidelim.Kadın erkek ilişkilerinin günümüzden pek farklı olmadığını anlatan güzel bir fıkra...
Nasrettin Hocanın eşi vefat etmiş.Aradan üç gün geçmeden Hoca hemen evlenmiş.Tanıyanlar Hocaya çıkışmışlar;
"Utan Hoca utan, yaşından utanmıyorsan sakalından utan..."
"Ne oldu dostlar, niye ayıplarsınız?"
"Rahmetlinin kırkının çıkmasını bekleseydin ya, bu ne acelecilik..Hiç mi hatırı yok?" demişler..Hocada lafı gediğine yapıştırvermiş;
"A dostlar, ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum..."
******
Akşam televizyonlarımızı açtığımızda canlı yayında bir delikanlının cinnet halini acıyarak izliyoruz.Adamın, eşinin boğazına bıçağı dayayıp “Ya benimsin, ya kara toprağın..!” demesiyle, kreşteki üç yaşındaki bir erkek çocuğunun “bütün oyuncaklar benim, ya ben oynarım yada kırarım” demesi arasında fark görüyor musunuz?
Annelerimiz erkek çocuklarını sınırsız bir sevgiyle büyütüp yuvadan uçururken, aynı hoşgörüyü damatlarına karşı yapmayınca BUMERANG misali attığı taş kızının kafasını yarıyor...İşte bu noktada Gelin-Kaynana, Damat-Kayanana çatışması başlıyor...Kırık plak takıldığı yerde aynı nakaratı çalıyor.."Biz anadan, babadan böyle gördüüük.."
Anne-baba eğitimi alan ebeveynleri biraz zorladığınızda " Hocam, biz ne elbise gördük ne ayakkabı.Soğuktan kıçımız donardı.Hastane nedir bilmezdik.Yediğimiz kuru soğandı.Bizim hayatta kalmamız bir mucize.Bizim sahip olamadığımız her nimete çocuklarımız burun kıvırıyor.Giymedik giydirdik, yemedik yedirdik..Daha ne yapalım Hocam..?"
Kadın hakları konusunda feminist özelliklere sahip öğretmenlerimiz bile iş kendi çocuklarına gelince aşırı korumacı ve içgüdüsel ebeveyn olmaktan kendilerini alamıyorlar...İş dönüp dolaşıp yine biz öğretmenlere düşüyor...Atatürkün "Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." sözüyle işaret ettiği gibi, iyi veya kötü öğretmen yoktur.Görevini yapmayan, vatanını, milletini sevmeyen öğretmen vardır...
Nobel ödüllü Aziz Sancar'ları yetiştirdiğimiz için ne çok kadar övündüysek, yetiştiremediklerimiz içinde o kadar çok dövünmeliyiz...
Çilekeş, fedakar, şefkatli ve bir o kadar sevgi dolu olan kadınlarımızın "Kadınlar Günü"nü şimdiden kutlarım.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...