AKAY
“Dokunmayın benim Paşama!” Diyerek kucağına aldı Akay'ı annesi.Bir yandan çocuğunun gözyaşlarını silerken, bir yandan komşusuna veryansın ediyordu...
-Elleriniz kırılsın emi!Nolmuş yani oğlum kızının saçını çektiyse.Paşama kimse dokunamaz.Ben onu bir büyüteyim, siz o zaman görürsünüz.Bütün kızlar paşama bayılacak, paşam kızların gönlünü yakacak...Paşam çok yakışıklı olacak, herkes kızını vermek için yarışacak...
Annesinin çok şımarttığı Akay, okulda da haylazdı.Akayın öğretmeni annesini okula çağırmış ve “Akay'da okul okuyacak göz yok.İşi gücü haylazlıkta.Siz bunu en iyisi demirciye çırak verin” deyince kadın çılgına dönmüş ve ağzına geleni söylemişti;
-Hoca, hoca..! Paşama nasıl laf edersin? O büyüyecek ve köyün en zengin kızıyla evlenecek, ağa olacak.Banada bakacak..Demirciymiş...Sen kendi oğlunu gönder demirciye...diyerek Akay'ı okuldan alıp götürmüştü.
Anası tütün tarlasında amelelik yaparak geçimini sağlayan fakir bir kadın olmasına rağmen Akay'ı hiç çalıştırmadı.Köy kahvesinde bayramlık elbiseleriyle ağa oğluymuş gibi oturması, cigarasını tüttürerek caka satması anasının çok hoşuna gidiyordu.Anası oğluna en güzel takım elbiselerini, iskarpinleri alır, cebinede bol harçlık koyarak paşa gibi gezmesini sağlardı.Nede olsa anasının paşasıydı Akay...
*****
“Taşıma su ile değirmen dönmez” demiş atalarımız.Analık bir yere kadar olur.Aylar, yıllar derken Akay askere gidip gelmiş, anası felç olmuş ve yatalak kalmıştı.Akay askerden dönmüştü dönmesine ama meslek yok, iş tutmasını bilmez, cep delik cepken delik.Anası oğluna o kadar düşkündü ki, konuşamadığı halde göz işaretiyle yıllar yılı tütün ameliliğinden kıt kanaat biriktirip sakladığı altınların yerini gösteriverdi.İstiyorduki oğlu, altınları bozdursun ve anasını en iyi hastanelere götürüp iyileştirsin.Altınları alan Akay anasını hastaneye götürmedi.Şehre gidip son moda kıyafetler satın aldı.Sakalına şekil verdi, saçına biryantin sürüp, fiyakalı bir güneş gözlüğü takınca kasabanın en züppe yeni yetme gençlerinden biri oluverdi.
*****
Kasabanın sağlık ocağına bekar, genç ve güzel bir bayan doktorun atandığını, üstelik sağlık ocağının lojmanına yerleştiğini duyan Akay, hasta numarası yaparak hergün muayeneye gitmeye başladı.Düzgün konuşması, boyu, posu ve yakışıklılığı ile genç doktorun ilgisini çekmeyi başarmıştı Akay.Genç doktora kendisini kasabanın ileri gelen sakinlerinden biri olarak tanıtmış, uçsuz bucaksız tütün tarlalarından, zeytin bahçelerinden hesabını bilemediği kadar gelirinin olduğuna kadar bir sürü yalana inandırmıştı.Hasta annesinin altınlarını bozdurup bozdurup harcıyor, son model arabalarla doktor hanımı gezdirerek aklını başından alıyordu.Doktor Hanım, ailesini arayarak bir talibinin olduğunu söyledi ve kasabaya gelmelerini istedi.Doktor Hanımın babası Arif Efendi, gün görmüş tecrübeli bir adamdı.Yıllarca nüfus müdürlüğü yapmıştı.İnsan sarrafıydı.
Kasabaya geldiklerinde hemen soruşturmaya başladı.Karşısına çıkan ilk bakkala girip sordu.
“Hayırlı işler olsun”
“Buyrun hoşgeldiniz..”
“Nüfus müdürlüğünden bir tahkikat için geldim, görevim gizlidir.Birini sormak istiyorum.Adı Akay, tanır mısınız?”
“Tanırım , bizim mahallenin bir baltaya sap olmayan haylaz çocuğudur..”
“Neyin nesidir, kimin fesidir, işi gücü var mı, hangi üniversiteyi bitirmiş?”
“Beyim, ne üniversitesi? İlkokul üçten terk, okuma yazma bile bilmez, askerde öğretmeye kalkmışlar, öğrenememiş...”
Arif Efendi duyduklarına inanamamış olmanın şakınlığı ile yüzü gözü mosmor olmuştu.Bakkal anlatmaya devam etti;
“Bunun bir anası var, yatalak.Parasını sakladığı yerden bulup ele geçirmiş.Anasına bakacağına sabah akşam meyhaneye gidip kafayı çekiyor, şehirdeki kadınlarla kızlarla geziyor.Yetmezmiş gibi kasabamıza yeni atanan bayan doktoru ayartmış, nişanlanacağını ilan etti.Anası babası gelecekmiş bugünlerde, yazık doktorada yazık, anasına babasınada yazık.Ben görsem babasını ikaz ederdim ama Akay duyarsa dükkanımı başıma yıkar.Aman benden duymuş olmayın...”
“.....!!??”
***********
Arif Efendi, bir solukta sağlık ocağı lojmanına geldi.Doktor kızının soru sormasına bile fırsat vermeden apar topar pılıyı pırtıyı toplayıp kimsenin haberi olmadan kızınıda alarak kasabayı terketti.Kasabalı ertersi gün muayaene olmaya gelince öğrendi doktorun tayininin çıktığını.Her akşam lojmana gelip doktorla buluşan Akay'a bu sefer kapıyı açan kimse olmadı.Saatlerce kapıyı yumruklayıp doktora seslenen Akay delirmişti.Lojmanın bütün camlarını hırsından kırdı.Bir kaç arkadaşı gelip Doktor Hanımın memleketine tayin olduğunu söylemelerine rağmen onlara inanmadı.Günlerce içip içip lojman kapısında sabahladı.Bir sabah muayeneye gelen kasabalı Akay'ı lojman kapısında kendinden geçmiş bir halde buldular.Üzerine pislemiş, kokmuş ve kör kütük sızmıştı.Bir el arabasına bindirip evine götürdüler.Hasta anasının yanına yatırdılar.Bakımsızlıktan önce anası öldü.Hiç evden dışarı çıkmayan Akay, yemeden içmeden kesilmiş, konuşamaz hale gelmişti.Bir kaç ay sonra soğuktan ve açlıktan evinde ölü bulundu.
Kasabada dolanırken ne zaman Akay'ın evinin bulunduğu sokağa yolum düşse içim sızlar.Çatısı çökmüş, duvarları yıkık, içini yabani incir ağaçlarının doldurduğu virane evlerini görüdüğümde anasının sesini duyar gibi oluyorum.
“Akay'ım benim, paşam...O büyüyecek ve köyün en zengin kızıyla evlenecek, ağa olacak.Buraya apartıman dikecek,banada bakacak...”
Akay, eski evlerini yıkıp apartıman dikememişti ama zavallı anasının hem ocağına hemde ümitlerine incir dikmeyi başarabilmişti(!)
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...