Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
NASİPSİZ 1 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

NASİPSİZ

NASİPSİZ

Hasan, inşaatlarda amele olarak çalışan gariban bir işçiydi.Kazandığı ücret az olsa da kanaatkardı, mutluydu.Kimseye muhtaç değildi.Sağlıklı olduğuna, elinin ayağının sağlam olduğuna seviniyor, çalışabiliyor olmasını, Allah’ın bir lutfü olduğuna inanıyordu..İnşaat işlerinde çalıştığı için hem iş elbiseleri eskiydi hemde çalışmadığı günlerde giydiği kıyafetleri çok eski ve gösterişsizdi.Çok çalışıp kıt kanaat geçindiği için parasını çar çur etmeyip biriktiriyor üzerine yeni bir elbise almıyor hep sağdan soldan temin ettiği eskilerle idare ediyordu.

Beraber çalıştığı bir arkadaşının düğününe davetliydi.İlk defa şehir düğünü görecekti. Düğüne gittiğinde çok utandı.Kendisinden başka herkes takım elbise, kıravat giyip gelmiş, inşaattaki amele arkadaşları bile iki dirhem bir çekirdek çakı gibi beyefendi gibi pistte halay çekiyorlardı.Utancından düğün boyunca en arkada durdu, hiç bir oyuna katılmadı.

Şantiyeye dönünce hemen buz gibi yatağına yatıp yorganın içine gömüldü.Nefesiyle ısınmaya çalıştı.Kafası allak bullaktı.Çalışmak, para kazanmak güzeldi ama niye mutsuzdu?Parayı kazanmak için çalışıyorsa harcamasını da bilecekti.Çok çalışıyor ama keyfini süremiyordu.Biriktirdiği paraları memleketine gönderdiği için kendine pek bir şey kalmıyordu.Her gün kuru ekmek yemekten içi taşlı tarlaya dönmüştü.Halbuki arkadaşları Pazar günü şehre iniyor, geziyor, tozuyor, günlerini gün ediyorlardı.Kendisine çok az para ayırdığı için Pazar günleri arkadaşlarıyla beraber takılacağına, deniz kenarına inip bir kuru simitle oltacıları izleyip akşamı ediyordu.Beyninde cirit atan düşünceler yatağını ısıttığında derin bir uykuya daldı.

Pazar sabahı uyandığında arkadaşları şehre inmek için giyiniyorlardı.Bugün onlara takılmaya karar verdi.Hep birlikte şehre indiler, vapurla karşıya geçip lunaparka gideceklerdi.Vapurun tuvaletine girdi, işini gördükten sonra çıkmak istedi ama çıkamadı.Kapı bir türlü açılmıyordu.Bağırıp çağırdı, kapıyı tekmeledi ama nafile...Kapı açıldığında vapur tekrar geri dönmüştü.Arkadaşlarını kaybetmiş olmanın şaşkınlığı ile kös kös şantiyeye döndü.Akşam neşeli bir şekilde şantiyeye dönen arkadaşları ona takılmadan edemediler;

‘Oğlum, sen nasipsizin tekisin.Parayı kazanmayı biliyorsun ama harcamasını bilmiyorsun’ diyorlardı.

Alay konusu olmasına çok içerledi.Arkadaşlarına parayı harcamayı bildiğini ispat edecekti.

Yine bir Pazar günü kafası karışık bir şekilde uyandı.Kararını vermişti, paraya kıyıp kendine güzel bir takım elbise alacak, arkadaşlarına havasını basacak ve düğünlerde şıklığı ile arz-ı endam edecekti.Arkadaşlarından önce kalktı ve onlardan habersiz şehir merkezine indi.En lüks mağazalardan birine girdi ve çok beğendiği takım elbiseyi almak istediğini, kaç lira olduğunu sordu.Satıcı bir Hasan’a baktı birde alacağı takım elbiseye bakıp umursamaz bir tavırla;

‘’Peşin olursa bin altı yüz lira’’dedi.

Fiyatı duyan Hasan’ın aklı başından gitti.İnşaat ameliliğinden ayda bin dört yüz lira alıyordu.Bir aylığından fazlasını takım elbiseye mi verecekti...

‘’Daha hesaplısı yok mu?’’

‘’Var ama diğer reyonda...’’

Diğer reyonda baktığı takımların hiç biri hoşuna gitmemişti.Mağazanın en güzel vitrininde, neon ışıkları altında fıstık yeşili rengindeki takım elbise adeta kendisine göz kırpıyor ve sanki ‘’Alacaksan beni al, diğerleri beş para etmez, senide adam etmez’’ diyordu.Bu takımı alıp giydiğinde, gideceği düğünlerde en şık davetlinin kendisi olacağı hayaliyle tezgahtarı bile şaşırtan ani bir kararla;

‘Tamam, alıyorum...’dedi.

********

Şantiyedeki arkadaşları daha yeni uyanmış ve elinde bir takım elbiseyle içeri giren Hasan’a hayretle bakakalmışlardı.Hangi dağda kurt ölmüştü de Hasan kendine bir şey satın almış olabilirdi.Arkadaşları hemen etrafını sardı;

‘Hayrola Hasan, evleniyor musun lan? Bu takımda neyin nesi..?’

‘Haydi giy de bir bakalım sana yakışacak mı..?’

‘Oğlum, parana nasıl kıydın da aldın bu takımı?’

‘Giy, giy,giy..’ diyerek tempo tutan arkadaşlarının ısrarına dayanamayan Hasan takım elbiseyi itinayla giydi.Bir kaç arkadaşı kıravatını bağlayıp takmasına yardımcı oldular.

‘Len, sen baya adam kılığına girdin..’

‘Takım elbise çok güzelde, sen ona yakışmadın be oğlum...’ dedi birisi...

‘İyide, niye kahverengi takım aldın be oğlum?’

‘Kahverengi almadım ki, fıstık yeşili bu...’ dedi Hasan.

Şantiyenin naylon kaplı penceresini açınca Hasan takımın kahverengi olduğunu gördü.

Hasan’a hemen bir boy aynası buldular.Hasan aynaya bakınca çok şaşırdı, takım elbisenin fıstık yeşiliyle alakası yoktu, rengi kahverengiydi.

‘Olsun oğlum, buda güzel, yakıştı sana...’

‘Nerden aldın bu takımı?’

‘Şıkbeyler mağazasından, noldu ki?’

‘Len oğlum, ne adamsın, ayranı yok içmeye, atla gider çeşmeye olmuş seninki..En lüks mağazadan takım elbise mi alınır?’

‘Nerden alaydım ya...?’

‘Oğlum, lüks mağazalardaki vitrinlerde takım elbiseler hem çok pahalıdır hemde neon ışıkları altında farklı renkte görünürler.Mavi beğenirsin mor çıkar, sende fıstık yeşili diye almışın bak kahverengi çıktı...’

‘Kaç para verdin bu takıma...Allah bilir en az altı yüz liraya kakalamışlardır sana...’

Hasan arkadaşlarına gerçeği söylemekten utandı ve dört yüz liraya aldığını söyleyiverdi.

‘İyi almışsın, en azından kazıklanmamışsın, neyse bu renkte çok güzel...Hayırlı olsun, güle güle giy, üzerinde paralansın...’

‘Sağolun, teşekkür ederim..’

Hasan takım elbisesini,buzdolabı ambalajından yaptığı mukavvadan bir gardropa astı.Her gün takım elbisesini kontrol ederek düğünlerde giyeceği mutlu anları hayal ediyor, doya doya seyrediyordu.Günler günleri, aylar ayları kovaladı.Hasan dört yıl boyunca hiç bir düğüne çağrılmadı.Ama her gün takım elbisesini çıkarıp seyretmeye ve hayal kurmaya devam ediyordu.Beş yıl sonra abisinin düğünü için memlekete gitti.Düğün gününün sabahı, beş yıl boyunca büyük bir özenle saklayıp koruduğu takım elbisesini giymek için önce güzel bir boy abdesti aldı.Mis kokular süründü.Yeni aldığı don ve atleti giydikten sonra takım elbiseyi kılıfından çıkardı.Takım elbise aldığı ilk günkü gibi yepyeni kokuyordu.Özenle pantolonu giymeye çalıştı ama giyemedi.Aradan geçen beş yılda baya irileşmiş, pantolon dört beden küçük kalmıştı.Büyük bir hayal kırıklığı içinde bari ceketini giyeyim, alta bir pantolon uydurum diyerek giymeye çalıştığı ceketi bir türlü giyemedi.Ceket adeta 2 beden küçülmüştü.Yıllardır giymeye kıyamadığı pahalı takım elbise kendisine yar olmamıştı.Vermeyince mabut, neylesin amele Hasan...

Hasan alelacele semt pazarındaki seyyar satıcıdan elli liraya ikinci el siyah bir takım elbise aldı.Düğünde bu takımla arz-ı endam etti.Hiç kimsede takım elbisenin çok ucuz ve gösterişsiz olduğunu anlamamıştı.Hatta kendisine çok yakıştığını söyleyen bile olmuştu.

Düğün tüm hızıyla devam ediyordu ama Hasan bir köşede derin düşüncelere dalmıştı.Çocukluğu aklına geldi.Hiç kundurası olmamış, hep naylon pabuç giymişti.Dokuz yaşındayken babası bayramlık ayakkabı almıştı.O kadar çok sevinmişti ki sabaha kadar ayakkabılarıyla birlikte uyumuştu.Bayramdan sonra eskimesin, bir sonraki bayram giyerim diyerek kardeşlerinden bile gizli bir yere saklamıştı yeni ayakkabılarını. Ama bir yıl sonra ayakları büyüdüğü için küçük kardeşine vermek zorunda kalmıştı o güzelim pabuçlarını...Çocukken her bayram biriktirip harcamaya kıyamadığı bayram harçlıklarının yıllar sonra tedavülden kalktığını öğrendiğinde on beş yaşındaydı.Ne biriktirdiği işe yarıyordu nede giydiği.Ömrü bir gün süren kelebekler bile kendisinden daha mutluydu.Eskilerin deyimiyle ‘’Alışmamış kıçta don durmuyordu’’

Düğün falan umrunda değildi, herkes eğlenirken o kendi içine kapanmış radikal kararlar vermişti.Bundan sonra kazandığını yiyecek ve ertesi güne bırakmayacaktı.Yemeyenin malını yerler, giymeyenin malını giyerlerdi.Haftalığını aldığı gün şehrin en lüks lokantasına gitti ve canı ne istediyse yedi.Gözlerini hastanede açtığında mide spazmı geçirdiği için midesinin yıkandığını söylediler.Amele Hasan’a pahalı elbiseler, gıdası zengin yemekler yaramıyordu.Bünyesi çocukluğundan beri kuru soğan ve bulgura alışıktı, lokanta yemeklerini midesinin kaldıramadığını söyledi doktoru.Bundan sonra lokanta yemeği veya hazır yemek yememesini tavsiye etti Hasan’a.

Can çıkar, huy çıkmaz derler.Yıllar sonra Hasan güzel bir araba aldı.Arabası için evinin yanına korunaklı bir garaj yaptı.Arabasını her hafta çıkarıp yıkıyor, sildikten sonra tekrar garaja geri koyuyor ve hiç kullanmıyordu.Kışın beş aydır garajdan çıkarmadığı arabasını Nisan ayının sıcak bir gününde dışarı çıkarıp yıkamaya karar verdi.Çalıştırmak için kontağa bastığında araba çalışmadı.Komşusu sanayide çalışıyordu, onu çağırıp yardım istedi.Yapılan kontrollerde arabanın bütün elektrik kablolarının ve plastik aksamının fareler tarafından kemirildiği ortaya çıktı.

Eh be Hasan, herkese kör talih sana kör Salih, ‘Tıkandı baba’ gibi nasipsiz misin be adam...?

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...