Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
HAYAT BİR OKULDUR, İLK ÖĞRENCİSİ ÖĞRETMENDİR 0 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

HAYAT BİR OKULDUR, İLK ÖĞRENCİSİ ÖĞRETMENDİR

                                  HAYAT OKULUNDA İLK DERSİ ALAN ÖĞRETMENLER

 

Develi’ye yeni atanan çiçeği burnunda dört öğretmen arkadaşla birlikte seksen yedi model arabamızın gaz pedalını köklemiş Erciyes dağının kıvrımlı ve dik yollarına tırmanıyorduk.Direksiyonda ben vardım.Zirveye çıkmamıza bir kaç kilometre kala arabanın motoru birden duruverdi.Issız dağ başında çaresiz kalakaldık.Arabayı yeni almıştık ve kaputun nereden açılacağını bile bilmiyorduk.O yıllarda cep telefonunun adı vardı, kendi yoktu.Yardım isteme imkanımızda yoktu.

Bir arkadaşın önerisiyle arabayı ittirerek yönünü iniş aşağı çevirdik.Fireni bırakınca araba hızlanmaya başladı ama motor bir türlü çalışmıyordu.Motor çalışmayınca firen sistemleri şişti, arabayı güç bela el freni ile durdurmayı başarabildik.

İkindi vakti geçmeye başlayınca hepimizin içine bir korku düştü.Akşam olunca bu dağ başında ne yapacaktık.Yaz günü bile olsa Erciyesin gece ayazı adamı dondururdu.İçimizde Kayserili olan arkadaş bir öneride bulundu;

‘Arkadaşlar, ben bu yolu biliyorum.Yürüyerek en yakın yerden yardım istemeye gideyim’ dedi.Ben karşı çıktım;

‘Yürüyerek gidemezsin, en yakın yerin uzaklığı yirmi kilometre, akşama yetişemediğin gibi dağ başında kurda kuşa yem olursun...!’ dedim.

Bu arada ikindi vakti bitmiş akşam olmak üzereydi.Erciyes’in doğu kısmında bulunduğunuz için güneş çoktan kaybolmuş, akşam serinliği içimizi ürpertmeye başlamıştı.Dağ başında korkutucu bir sessizliğin içinde derin düşüncelere daldık.Yanımızda ne suyumuz vardı, nede yiyebileceğimiz bir yiyecek vardı.Sigara ve çakmaktan başka bir şey yoktu.Çaresizlik içinde sigaraları içmeye başladık.Sigaramızda bitince aklımız başımıza geldi.Bu dağ başında hiç bir şey yapmadan öylece durup bekleyecek halimiz yoktu.Arabayı olduğu yerde bırakıp Kayseri istikametinde yürümeye başladık.Akşam serinliği gittikçe artıyor, adımlarımızı dahada hızlı atıyorduk.Çok korkuyorduk, Erciyesin dik yamaçları ve derin vadileri korkunç bir karanlığa gömülmüştü.Güneşin son kızılllığıda kaybolmak üzereyken karanlık vadinin içinden bir bağırtı sesi duyduk. Hepimiz korkumuzdan olduğumuz yere çöktük...Ses giderek yaklaşıyor ama kimin seslendiği görünmüyordu.Ne olduğunu anlamaya çalışırken kocaman bir kayanın arkasından ufak tefek bir adam çıkageldi.Orta yaşlarda, pala bıyıklı, kırmızı yanaklı, koca göbekli, sallana sallana bize doğru gelen adama şaşkın şakın bakıyorduk.Bir elinde rakı şişesi, diğer elinde sigarasıyla ayakta zor duruyordu.

‘Nörüyonuz hemşerim bu dağ başında?’ demesiyle kendimize geldik.

‘Arabamız bozuldu, çalıştıramadık, bizde Kayseri’ye gidiyok’ dedim.

‘Necisiniz gençler, ne iş yaparsınız..?

‘Biz öğretmeniz, Develi’ye gidiyorduk yolda kaldık...’

‘Demek öğretmensiniz...İlkokuldayken öğretmenden çok dayak yemiştim.Okumaya kafam basmadığı için beşten sonra kaportacıya çırak vermişlerdi.Şimdi elime düştünüz, yaktım sizi...’ deyince iyice korktuk.Adam korktuğumuzu anlayıp pis pis sırıtmaya başladı.

‘Arabanız nerde Hocalar , yakın mı?’diye sorunca,

‘Şu tepenin ardında...’

‘Hadi gelinde tamir edek...’ deyince şaka yapıyor zannettik.Bu dağ başında arabamız bozulmuş ve denk gele gele öğretmenden dayak yiyen bir sarhoşa rastlamıştık.

‘Amca, arabamız bozuk, çalışmıyor, sen ne anlarsın tamirden...’ deyince sarhoş adam iyice dellendi;

‘Laayynn! Delirtmeyin adamı...Hoca moca dinlemem, kırarım şişeyi kafanızda.Beni arabanın yanına götürün’

Sarhoştan çok korkmuştuk, çaresiz dediğini yapmaya karar verdik.Adamın koluna girip, bir kaç yüz metre ilerideki arabanın yanına götürdük.

‘Kaputu açın’ deyince;

‘Abi biz kaputun ne olduğunu bilmiyoruz ki açalım’dedik.

Sarhoş adam, bir öğretmen edası içinde kaputun nasıl açılacağını gösterdikten sonra söylenmeye başladı;

‘Çoluk çocuğa ehliyet verirsen olacağı budur, öğretmen olmuşlar ama kaputun ne olduğunu bilmiyorlar...Bunların öğretmenliğinden ne hayır gelir’

Sarhoş, arabanın motoruna eğildi, elindeki rakı şişesini kolunun altına sıkıştırıp kablolardan bir kaçını söküp tekrar yerine taktı.Biz dört arkadaş sarhoşu izliyor ve kendi aramızda dertleniyorduk;

‘Adam, biz öğretmeniz diye arabayı dahada bozacak, ne anlar araba tamirinden, bizdeki şansa bak..’

Birkaç dakika sonra sarhoş adam işini bitirmenin mutluluğu ile pis pis sırıtarak seslendi;

‘Hocalar, iş tamam, marşa basın...’

Sarhoş adama inanmıyordum ama yinede dediğini yapıp kontağı çevirmemle arabanın motoru çalışıverdi.Sevincimizden sarhoşa can simidine sarılır gibi sarılıverdik.

‘Çok sağolasın amca, Allah tuttuğunu altın etsin amca..’

‘Hızır mısın be amca? Seni Allah mı gönderdi?’

‘Arabayı nasıl tamir ettin be amca? Anlıyor musun bu işlerden?’

‘Ben Kayseri Reno servisinde baş ustayım, iyi ki bana denk geldiniz.Yoksa kimse arızayı bilemezdi..’

‘Yaşa be amca, borcumuz ne kadar?’

Borcumuz ne kadar lafını duyan sarhoş usta birden sinirlendi.Dudağının kenarında yarısı bitmiş sigarasının dumanını çeke çeke bağırdı;

‘Ne parası? Ben yolda kalmışlardan para almam, hele öğretmenlerden hiç almam.Öğretmenimden çok dayak yedim ama yinede çok severdim kendisini...Neyse Hocalar, ben sizi çok sevdim.Ben sizin işinizi gördüm, şimdi sıra sizde..’

‘Söyle amca ne yapalım?’

Kolunun altındaki rakı şişesini göstererek;

‘Bu meret tek başına içilmiyor, bende birileri denk gelse de kafaları cilalasak diyordum, size rastladım.Sizi Allah gönderdi...’

‘Eee, biz ne yapalım?’

‘Benim çilingir soframa misafir olacaksınız, hep birlikte içicez, güzelleşecezz, tamam mı?’

Meğer bizim sarhoş usta Kayseri manzaralı Erciyes dağına tek başına rakı içmeye gelmiş.Yalnızlıktan canı sıkılınca, bir Allah kulu olsa da rakıyı beraber içsek diye içinden dert yanar imiş.

‘Kul sıkışmayınca hızır yetişmez’ derler.Biz dağ başında naçar beklerken, can yoldaşı arayan sarhoşu karşımızda buluvermiştik.

Sarhoşun beraber içme teklifini ne kadar reddetsek te adamdan kurtulamadık.Çaresiz Kayseri manzaralı çilingir sofrasına oturduk.Peynir, kavun eşliğinde tadını dahi bilmediğimiz acı rakıyı boğazımız yana yana içmeye çalıştık.Güneş batmış, ufuktaki kızıllığı yok olmuştu.Artık karanlıktan da, sarhoştan da, Erciyes’ten de korkmuyorduk, Erciyes’in akşam ayazını da hissetmiyorduk.İlk yudumda yanaklarımız al al olmuş, içimiz yanmaya başlamıştı.Sarhoş usta, rakının tesiriyle Gesi Bağları türküsüne eşlik etmemizi istedi.Erciyes’in karanlık ve dik vadilerinde, bağıra bağıra söylediğimiz şarkı yankılanıyordu...

‘Gesi bağlarında bir toop gülüüm vaaar..’

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...