RUHUMUN KARANLIĞINA YAĞMUR YAĞIYOR
Ruhumun karanlığına yağmur yağıyor.
Çamur doluyor içime. Boğulmak üzereyim. Neredesin?
Ruhumun karanlığına yağmur yağıyor… Gececi sarhoşlar teselli ediyor beni. Hepsi de aşk mağduru, incinmiş ruhlu adamlar. Şehrin kaldırımlarında kusmuk kokusu var, bu karanlığa şafak doğar mı emin değilim. Ruhum derin bir kuyuya baş aşağı düşmekte. Uzatsam ellerimi, baksam gözlerine ah, neredesin? Karanlık içime işlemekte, sadece sessizliğin sesi gelmekte…
Yok… Sesin yok, bakışlarının duru güzelliği yok. Ellerin yok. Kırılgan bir korkuyla karanlığı deliyor haykırışım. Şehrin kaldırımlarında ceset kokusu var… Cam kırıkları yüreğime batıyor. Bıçaklı adamlar sokak başlarında, talandan yeni çıkmış bu şehir. Korkunun krallığı hüküm sürüyor.
Aşk yok, bu yüzden solgun insan suretleri. Sokaklar cinayet kokuyor, gebe kadınların karnını deşiyor tinerciler… Şehirlerin bir de arka sokakları var artık. Her gece çamurlu ayaklarımla adımlıyorum bulvarları. Ruhumun karanlığına yağmur yağıyor.
Yüreğim sıkıntılı, zelal sularda durulmayı bekliyor. Islak ormanları özledim. Bir de Kıtaro’nun ezgilerini. Yani diyorum ki, bir ormanda olsam, yavaştan yağmur yağsa, ıslansam saçlarımdan ayaklarıma kadar. Çıplak ayaklarımla bassam çimenlere, başım sislere değse, gökkuşağına uzatsam ellerimi, kuş seslerini dinlesem, rüzgâr esse, bir aşk şarkısı dinlesem, bir destandan bir destana atlasam, uykum gelse, yorulsam, susasam, acıksam…
Acıksam, yufka ekmek arasına keçi peyniri ve ıslak tere koyup dürüm yapsam. Acıksam, gözlerine baksam, acıksam ellerini tutsam, acıksam şarkılarını dinlesem. Sen ruhumun tüm açlığını bastırırdın… Ne zaman gözlerine baksam, içimden bir ateş harlanır, yüreğimden bir ışıltı akar sana. Ellerini tutsam, ateşin yalımları sarar bedenimi, sesim, sesine karışır. Hüznüm biter, dumanı kaybolan bir dağın doruğu gibi ışıldar gözlerim.
Bulanık sularda yüzen bir nilüfer gibi ruhum…
Yoksun, ruhumun karanlığına yağmur yağıyor…