GİRİZGAH
Mazide anlatılmamış hikâye kalmasın diye…
I
Yeşil. O sıkıcı pazar gününü birden hareketlendiren renk. Bir grup öğretmen arkadaşımın elinde gördüğüm yeşil renkli “şeyler”,saf merakla yaklaşınca öğrenilen bir isim: ÖRAV… İşte o ismi duyduğumdan beri bir şekilde devam eden ve edecek olan bu hikâye böyle başladı.
Bu yazıyı yazmadan önce vakıfla ilk iletişim tarihimi öğrenmek için e-postama göz attım. Son derce romantik bir tarihle karşılaştım “14.02.2011” J gerçi son derece romantik başlayan bu süreç despotik bir abi gibi araya giren bürokratik engeller tarafından yavaşlatılsa da karşılıklı mücadelenin sonunda mutlu sona Mart 2012’de ulaştık. Sonunda ÖRAV’a Öğrenen Lider Öğretmen ile kavuştum. İki gün yeni bir şey yapmanın heyecanı ve bunu isteyen insanlarla paylaşmanın mutluluğuyla geçti. Okul safhası, öğrenilenleri uygulama çabası, olacak mı olmayacak mı endişesi ve yavaş yavaş değişimi görmek… Onu izlemenin dayanılmaz hafifliği.
II
Yeni ve güzel bir haberle karşılaşmak insanı her zaman çok mutlu eder ama bu,rutin olan işlerden birini yaparken oluyorsa işte o zaman kalp ritminde küçük çaplı bir bozulmaya yol açabiliyormuş. Her zamanki gibi e-postama-bunu ekstreler ve benzeri fatura detayları olarak da okuyabiliriz- bakarken aradan şöyle bir ileti başlığı çarpıyor gözüme:
ÖĞRETMENİN SINIRI YOK PROJESINDE GÖREVLENDİRMEK ÜZERE KISMİ ZAMANLI EĞİTMENLER ARANIYOR
Bunu okuduktan sonraki halet-i ruhiyemi Hollywood’un çok sevdiği sahnelerden biri aracılığıyla anlatayım sayın okur. Hani kahramanımız sarı sayfalarda iş arar ve bulduğu anda keçeli kalemiyle daire içene alıp fiyakalı bir bakış savurur kameraya ve düşer yola. Bendeniz için aynen durum buydu.
“Kara Murat benim!” muhabbetinde olduğu gibi “Aradığınız kze benim” dercesine doldurdum başvuru sayfasını ve bu süreci böylece tamamladım. Bekleme kısmına hiç girmek istemiyorum. Çünkü benim için pek kolay geçmedi. Dönüp bakınca geçmişe, bu hikâyenin belki de en eğlenceli yerlerinden birisi de mülakatmış. Diğer kze adaylarını bilemem ama benim hiçbir özel iş tecrübem olmadı. Bu sebeple bu tarz mülakatlar nedir ve nasıl sorular beni bekliyor en ufak fikrim yok. Daha önce özel sektörde iş tecrübeleri olan eş dosttan duyduklarım ise hiç iç açıcı değildi. Bir arkadaşıma mülakatta şöyle bir soru yöneltilmiş:
“Kendini bir lost karakteri olarak tanımlasan kimi seçersin?”
Hoppa! Bana böyle bir soru gelirse ne derim? Sawyer mı desem, Kate mi desem, yoksa Jack mi? Ne desem? İşin şakası bir yana böyle bir soru ile karşılaşma ihtimalimin çok düşük olduğunu tahmin ediyorum fakat bilinmezlik insanı kaygılandırıyor.
Bereket versin bir şekilde olayın muhabbet havasında geçtiğini öğrendim de biraz olsun rahatladım. Gelelim o güne. Tamam, ben mental olarak rahatım-sözde- ama ter bezlerim hiç rahat değil. Beni rezil etmekte kararlılar. Uzun süre yaşanan ciddi bir su kaybından sonra mülakat başladı. Sağlıkçıların “korkma, hiç acımayacak” tesellisinin nadiren doğru çıkışı gibi rahat ve güzel geçti mülakat. Tabi bunu güler yüzlerini, sıcak tavırlarını görüşme boyunca eksik etmeyen Serap, Gülay ve Özgür hocama borçluyum. Hepsine teşekkür ederim.
III
Herkes için aynıdır sanıyorum beklemek değil bu eylemi ne kadar sürdüreceğini bilmemek insanı zorluyor. Ben beklemek üzerine böyle kendimce feylesof vari düşüne dururken e-postam yine hareketlendi.
ÖRAV Kısmi Zamanlı Eğitimci Mülakat Sonuçları başlıklı e-postayı açarken bir yandan da “kazandınız” “tebrikler” gibi kilit ifadeleri yakalamaya programlı canavar gözlerim yine bu metnin üzerinde de benzer şekilde gezinecekti ve aradığını buldu
“…uygun bir aday olduğunuz belirlenmiştir.”
e-postanın bundan sonraki kısmına hiç bakmadan çoğunu kendini bilmez hareketlerin oluşturduğu kendi çapımda bir kutlamayla bu haberi taçlandırdım. Sonrası iyilik güzellik ve mükemmel ÖZÜ günleri oldu.Artık o da başka yazını konusu olsun.
…
Madem bu bölümün adına günceler denmiş geçmişi yazmadan başlamak olmazdı. Girişi yazdık, şimdi sıra gelişmede yalnız bu hikâye bildiklerinize benzemeyecek. İki bölümden oluşacak:
Giriş ve Gelişme
Biliyorum sayın okur diyorsun ki “son” nerede?
ÖRAV hikâyesinin bir sonu olmayacak.
Ben de biliyorum sayın okur, bilenler söyler:
“Her hikâyenin sonu vardır” diye ama onu söyleyenler bir “kahraman”a yaslanan hikâyeleri bilirler sadece. O gidince hikâye de biter. Bizim hikâyemizde ise “kahramanlar” var. Birinin bıraktığı yerden biri mutlaka devam eder.
İşte bu yüzden bu hikâyeden “son” bekleme sayın okur!
O çok sevdiğimiz dizilerde dediği gibi:
“to be continued”
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...