''Duygu Körlüğü'' Aleksitimi
Aleksitimi, “duyguları algılama, tanımlama ve açıklama konusunda yetersiz olmak” şeklinde tarif edilen bir kişilik durumudur.
“İçimde ne olup bittiğini bilmiyorum.”
Sizi duygusuzluk durumu ile tanıştıralım: Bazı insanlar gerçekten de, bizim sevgi, üzüntü, mutluluk, aşk, acı, sevinç, keder, nefret, coşku, hırs, öfke vs isimlerle tanımladığımız hiçbir türden duyguyu bilmezler. Kalp atışları hızlanır; anlayamazlar. Midelerine kramplar girer; sebebini tarif edemezler.
İşte bu insanları tanımlayan kelime, duygusuzluk, duygu sağırlığı ya da duygu körlüğü olarak da ifade edilen "aleksitimi"dir.
Yani aleksitimi için, bir nevi “duygusal renk körlüğü” diyebiliriz.
Aleksitimik kişilerin temel özellikleri; mutluluk, acı, özlem, sevgi, coşku, öfke vb duyguların farkındalığından veya bunları ifade edecek sözcüklerden yoksun olmalarıdır.Bu kişiler aynı şekilde başkalarının duygularını anlamakta ve empati kurmakta da zorluk yaşadıklarından, duygusal yanıt vermekte yetersiz kalırlar. Haliyle de, sosyal bağlılıkta ve kişiler arası ilişkilerde problemler yaşarlar.
Terim olarak, ilk kez 1973 yılında psikoterapist Peter Sifneos tarafından icat edilmiş.
Kelime Eski Yunancada (Alexo, "kovmak") ve (thumos "ruh, duygu, düşünce") kökünden oluşuyor; yani aslen “duyguyu kovmak” anlamına geliyor.
Bu durumu anlamak için, öncelikle duygularımızın nasıl oluştuğuna ve bunun dille olan ilişkisine bakalım.
İnsan duygularını iç içe geçmiş Matruşka bebekleri olarak düşünürsek, merkezdeki en küçük bebek bedensel tepkilerimizdir: Örneğin sevdiğimiz insanı gördüğümüzde kalbimizin çarpması, fazla sinirlendiğimizde midemizin bulanması, üzülünce ağlamak gibi.
Beyin bu bedensel tepkilere anlamlar yükler, duyguları bunların etrafında Matruşka bebeği gibi genişletecek farklı kodlamalar yapar. Bizler de bu kodlamalara göre, hissettiğimiz şeyin iyi mi kötü mü, zayıf mı şiddetli mi olduğunu bilir; sonra bu duyguları tarif edip isimlendiririz.
Peki aleksitimi kendini nasıl belli ediyor; tanısı nasıl koyuluyor?
- Ne hissettiğimi çoğu kez tam olarak bilemem.
- Duygularım için uygun kelimeleri bulmak benim için zordur.
- İçimde ne olup bittiğini bilmiyorum.
- İçimdeki duyguları yakın arkadaşlarıma bile açıklamak bana zor gelir.
- İnsanlarla, duygularından çok günlük uğraşları hakkında konuşmayı yeğlerim.
Psikolojide uluslararası kabul görmüş Toronto Aleksitimi Ölçeği’ne göre, aleksitimik kişiler duygu durumlarını en yüksek oranda bu cümlelerle ifade ediyorlar.
Aleksitimi ilk keşfedildiğinde, sorunun yalnızca duygu ve dil arasındaki bu kopukluk hali olduğu düşünülüyordu.
Aleksitimiklerin de herkes gibi duygularının olduğu, ama beynin onları ifade etmede sorun yaşadıkları düşünülüyordu. Bu ise sağ beyinde oluşan duyguların sol beynin dille ilgili alanlarına iletilmesinde problem olduğuna, yani iki yarı küre arasında bir iletişim kopukluğu olduğuna yoruluyordu.
Epilepsi hastalarına uygulanan müdahaleler düşünüldüğünde, bu fikir mantıklıydı da.
Aachen Üniversitesi’nden Katharina Goerlich-Dobre’a göre, epilepsi hastalarında beynin sağ ve sol yarı küreleri arasındaki sinirsel bağlantılar cerrahi müdahale ile koparıldığında, hastaların epilepsi nöbetleri bitiyor; ancak bu kişiler artık hiçbir duyguyu tanımlayamaz, isimlendiremez duruma geliyordu.
Bugün ise, aleksitiminin sadece bununla ilgili olmadığı, bazı kişilerin gerçekten de “duygu”dan haberdar olmadığı biliniyor.
Uzmanlar bunu, duyguları işlemekle görevli sinirsel devrelerin “kısa devre” yapmasına bağlıyor. Beynin singulat korteksi, duyguların beyindeki tezahürünü bu kişilerde bloke ediyor.
Yani diyelim kişinin kalp atışları hızlanıyor; ancak bunu tetikleyenin “heyecan” olduğunu bilmiyor; çünkü duyguları işleyen devrelere böyle bir mesaj ulaşamıyor. Kısacası “Matruşka” büyüyemiyor.
Bu nedenle, aleksitimik kişilerin fiziksel duyularında aşırılıklar görülüyor.
Aleksitimik kişilerde otizm, şizofreni, anoreksia, kronik ağrı ve irritabl bağırsak sendromu gibi bedensel hastalıkların görülebildiği biliniyor.
Bunun nedeni şu: Duygularımızın farkında olma hali, bunlarla ilgili fiziksel tepkilerimizi hafifletir. Fakat aksi durumda, kişi verdiği fiziksel tepkinin neden kaynaklandığını anlayamadığı için, daha farklı ve şiddetli biçimlerde başka yerden kendini gösterebiliyor.
Aleksitimi genetik nedenlerle de oluşabildiği gibi, yetiştiğimiz ortam veya yaşadığımız bir travmanın sonucu da olabiliyor.
Örneğin sosyalleşmeyle çok yakından ilişkili olduğu düşünülüyor. Ayrıca anne babası ile beraber iyi sosyalleşememiş çocuklarda beyninin duyguları tanıma bölümünün yeterince gelişemeyebileceği de olası nedenler arasında.
Bir bulgu da, kadınların erkeklere göre daha sözel olduğu, bu nedenle aleksitiminin erkeklerde daha sık görüldüğü yönünde.
Aleksitiminin kişinin kariyeri üzerindeki etkisine dair tartışmalar ise devam etmekte.
Bazı davranış bilimcilere göre bu durumda, dikkatler duygusal yönden dağılmadığından ve kişinin duygu durumunda iniş çıkışlar gerçekleşmediğinden, kişi daha iş odaklı, verimli ve çalışkan olabiliyorken; karşıt iddialara göre empati yoksunluğu, “coşku”, “tatmin” gibi hislerden mahrum olmak hem ekip çalışmalarında, hem liderlik pozisyonlarında, hem de yaratıcı üretkenlikte kişiyi geri durdurabiliyor.
Son olarak, aleksitimi tedavi edilebiliyor.
Her şeyden önce bilerek yapılmadığından, kişiyi “kötü” kılmıyor. Bilişsel davranışçı terapiler yani psikoterapi, kişilerin bu duygu veya ifade yetersizliğini kavrayabilmelerine, bunun kaynağını anlayabilmelerine, ortaya çıkan fiziksel belirtilerle de daha kolay baş etmelerine yardımcı olabiliyor.
“Duygusal sistemimiz bir “navigasyon sistemi” gibidir, bizim için iyi olan şeylere yönelmemizi, bizim için kötü olan şeylerden kaçınmamızı sağlar. Duyguları tanımlamak için gereken sözcük dağarcığına sahip olmak ve hayal gücünü beslemek, derin insan ilişkileri kurma, okuma ve eğitimle kazanılan becerilerdir. Eğer içsel değil maddi zenginleşmenin revaçta olduğu, çocukların eline iPad ve akıllı telefonların tutuşturulduğu, bırakın gençleri, artık ileri yaşlardaki insanların bile bilgisayarların önüne zincirlenmiş mahkûmlar haline geldiği günümüzde, gerçek insan ilişkileri kurmuyoruz. Artık birbirimizin gözünün içine bakmıyoruz.''
İyi ve başarılı bir ömür sürmede, duygusal zekâ , IQ’dan daha fazla önem taşımaktadır.
‘’Bu yazı, kişisel olarak oluşan merak sonrası hafta sonu yapılan okumalar sonrasında oluşan bilgilerin paylaşımı ve bu konuda arayışta olan herkes için okunan bilgilerin bir araya getirilmesi ile yazılmıştır.''
Esen kalın...
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...