AKİF DEDE
AKİF DEDE
Bastonuna yaslana yaslana köyün yokuşunu çıkıyor. Yorulunca dinleniyor ve sırtından hiç çıkarmadığı yeleğinin cebindeki kareli mendili ile terini siliyordu. Yaşlıydı Akif Dede. Seksenli yaşları devirmiş, yüzündeki hayatın acı izlerini beraberinde taşımıştı bu güne kadar. Asık suratlıydı. Kimseyle konuşmuyor, bazen de kendisini kızdırmak isteyen gençleri tersliyordu. Anadolunun bu küçük dağ köyünde, köy odasına haftada bir çıkıyor ve her çıkışında. “Hocaya söyleyin akşam odaya gelsin biraz tarih anlatsın” diye haber gönderiyordu. Severek gidiyor, karınca kaderince bir şeyler okuyup, anlatıyordum bende.
Eylül ortalarıydı. Okullar açılacağı için köye gidiyordum. Eşyalarımla anayolda inmiştim. Altı kilometre sonra varacağım köye doğru yürürken, yolda Akif Dedeye rastladım. Yarenlik ederiz diye, yaklaştım. Kısa bir selamlaşmadan sonra tekrar yürümeye başladık. Yavaş yürüyordu. Olsun, dinlene dinlene giderdik. Biraz yol almıştık ki, Akif Dede bana dönerek,
- Hoca ben artık yürüyemiyecem. Beni de bir şekilde taşısana, diye garip bir öneri
getirmez mi?
O an kaşlarımın gerildiğini, nefesimin hızlandığını hissettim. ‘Nasıl böyle bir teklifte bulunabilirdi. Bu kadar yükle, o yolu yürümekten iflahım kesilmişti zaten.’ O an ‘neden böyle bir şey istemiş olabilir ki?’ sorusuna cevap aramaya başladım. ‘Ben görmeyeli akli dengesini mi yitirmişti?’ Yoksa ‘bilinçli mi yapıyordu? Hem neden böyle bir şey bilinçli olarak yapılasın ki?’ Olsun, ona yardım edecektim. Bana değer veren bu yaşlı insanı kırmayacaktım. Ama nasıl yapacaktım bunu? Bu çıkmazın içindeyken, ‘bunu nasıl yapayım’ diye bir ifade çıktı ağzımdan. Anadolu kültürü zorlamıştı belki beni bilemiyorum. Belki de kırmak istememiştim onu. Yüzüne bakınca gülümsediğini fark ettim. Şaşkınlığım daha da artmıştı. ‘Neler oluyordu burada?’
Yavaş yavaş konuşmaya başladı.
- Bak evlat ben seni neden seviyorum biliyor musun?
- Neden dede?
- Bunun için
- Nasıl yani!
Duraksadı. Ardında ki tepeye doğru bakındı. Gözleri hafif nemlenmişti. Devam etti.
- Ben bunamadım evlat.
- Estağfurullah dede, ne münasebet.
- Yo yoo, ben ne istediğimi biliyorum. O kadar yolu bu yükle geldin. Anlamam mı ben.
- Hem şu tepenin ardına baksana bi bakim.
Biraz önce baktığı tepeyi gösteriyordu. Baktım. Sanki toz bulutu vardı orada.
- Ne görüyorsun?
Diye yeniledi sorusunu Akif Dede.
-Sanki bir toz bulutu var, dedim.
- Evet evlat toz bulutu. Yani bir taşıt geliyor. Şimdi biz ona binip gideriz.
- Eeee,
- Esi şu: Nasıl karşılık verecektin. Kendin mi olacaktın, yoksa ben mi? Doğrusu, ben seni sana buldurtmaya çalıştım hoca. Unutma! İyi niyetli ve sabırlı insanlar hep sevilir hoca. Sen iyi olursan karşındaki de iyi olur, sen nasıl kelam edersen onlar da öyle kelam eder. Yok demeyi bilmenin bile bir yolu var. Ben cahilim emme, hayat bize bi şeler öğretti işte. Ha bunları bizimkilere öğretmek lazım. Ha tarihi de iyi öğretin bunlara. Ceplerinde ki para kadardır tarih bilgileri. Paraları da yok tarih bilgileri de. Unutma! İyiler çoğaldıkça, kötülük azalır hoca. Elinizden baston düşene kadar iyiler yetiştirin hoca.
…
Toz bulutu bizi içine aldı ve yıllar sonrasına attı. Durduğumuz yerden geriye dönüp baktığımızda hatırladığım anlardan biridir. Öz Anadolu iletişim deneyimi diye. Aslında benim o dönemde, deneme ve uygulamaya yönelik öğrenme ortamlarım varmış. Bu günlere dünden bakan pencerelerim ve bir yaşam koçum varmış. Fark etmediğim.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...