"la" DIR İŞTE - (ÖYKÜ)
“la” DIR İŞTE
İskelede amaçsız bir şekilde uzun uzun gezindikten sonra boş bir banka oturdu. Vapur sirenlerine karışmış kuş sesleri batmak üzere olan güneşin kızıllığına eşlik ediyordu. Sel gibi akan kalabalığın içerisinde dinlenmek, kendisiyle baş başa kalmak istiyordu. Tercihi her zamanki gibi kalabalığın içindeki yalnızlığı olmuştu.
Acı doluydu yüreği. İki yıldır yaşadıklarına anlam veremiyordu. Kimseyle paylaşamıyor, bakışlarını yaşla sakinleştiriyordu. Güneşle birlikte yavaş yavaş gömüldü içine. Akşam kızıllığında rüzgârın savurduğu saçlarından başka ilişkisi kalmamıştı dünyayla.
Bir konferansta tanımıştı Batur’u. Tanımak da denmezdi buna aslında. Lobide otururken içeriden gelen sunucunun sesinden etkilenmişti. Bu muhteşem bir tondu. Sesin geldiği salona doğru yürüdü. Heyecanlanmıştı. Sesin sahibini görmek istiyordu. Bir taraftan da endişelenmişti. Yaptığına inanmak istiyordu. Merakı için kendini suçlamaya başladı. Biraz bekledi ve ‘Ne kaybederim ki?’ dedi. Her zaman ki yaptığını yapacaktı. Kalbinin sesini dinleyecek ve o salona girecekti.
Kendini salonun giriş kapısına yaslamış öylece şaşkın şakın bakarken buldu. ne kadar süre geçmişti fark etmeden. Hayranlıkla izlediği Batur sunumunu bitirmiş ve salondan ayrılmıştı. “Hangi konudan bahsetmişti?” onu bile hatırlamıyordu. Hafızasında tek kalan, sesi kadar yakışıklı bir insan görmüş olmasıydı.
Duygularını Batur’a yazmak istiyordu. İçinde yaşamaktansa kelimelere dökecekti. Ona ulaşmak zor olmamıştı. Şimdi her bilgisayarı açtığında e- postalarını kontrol ediyordu. Aynı heyecanla her gün. Günler geçmesine rağmen cevap alamamıştı. İçini umutsuzluk kaplıyor ve üzülüyordu.
Haftalar sonra bir program daveti aldı. Katılımcılara baktı. Batur da o programda sunum yapacaktı. Hazırlandı. Bir kadının iç dünyasının tüm cazibesini dışa yansıtacak kadar süslendi. Artık salonda adımlıyor, sadece Batur’u arıyordu. Nihayet onu terasta kahve keyfi yaparken buldu. Olduğu yerde çakılı kalmıştı. Ne yapmalıydı? ‘Merhaba’ diyip yanına oturmak istedi. Kadınlık gururu aylarca kendisine cevap vermeyen bu kişiye karşı direnmeye başladı. Çekip gitmek istedi. Bu sefer tüm zarafetini buraya neden taşıdığını sorguladı. Gitmeyecekti. Daha da dikkatli baktı. Batur kafasını tavana doğru kaldırmış sabit bir noktaya bakıyordu. Kendi de o noktaya baktı. Batur’un gülümseyen yüzünü aynadan görebiliyordu. Fark edilmiş olmak hoşuna gitmişti. Gülümseyen bir yüzle karşılaşmış olması ruhunu okşamıştı. Tam bu sırada Batur kendine doğru dönmüş ve ismiyle hitap ederek kahve daveti yapmıştı.
Evet, buydu işte! Tüm tereddütlerinin erimiş olduğunu hisseti. Titrek ayaklarıyla yürüdü. Nazik bir tokalaşmanın ardından kahve keyfi başlamıştı. Uzun süre konuşmadılar. Sessizliği Batur bozdu:
- Mesajını aldım. Güzel bir sürprizdi. Bir gün ben de sana bir sürpriz yaparım.
O gün sadece bu cümle konuşulmuştu. Sonraki zamanlarda bu cümleyi defalarca içinden tekrar etti. Birçok anlam yükledi bu küçücük cümleye. “Bir gün ben de sana sürpriz yaparım” diyordu. Beklemesi gerektiğini anlıyor. Zamanla ilişkilendiriyor ve hep olumlu bakıyordu. Öyle ki aylar geçmişti. Bu cümle hala bekliyordu. Nadir de olsa elektronik posta atıyordu. Uzun cümlelerden oluşan, duygu yüklü. Cevap da alıyordu aslında. Sadece elektronik bir gülümsemeyle ( :)) )
Aylar ayları kovalamıştı. Anne defalarca sevgili kızını yoklamış, kucağında yatırıp sarı saçlarını defalarca okşamıştı. Minik serçesinin yüreğinin çırpıntılarını hissediyor ve soruyordu:
- Kim ? diye.
- ?
- Hem bilir misin kızım – “Aşk altın değildir saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır.”
Dayanamadı. Anlattı sonunda. En başından, hiç çalmadan ve en duygusalından. Şaşırdı anne. Anlamakta güçlük çekiyordu.
- Hayret! Bu işte başka bir iş var, diyebildi.
- Nasıl başka bir iş anne, hepsi bu işte.
- Benim güzel yavrum, kendi gönül gözünden bakan kuşum. Senden yana bir kuşkum yok ki benim.
- ?
- Yüreği güzel, ruhu güzel, kendi de dünyalar kadar güzel bu kızı kim reddeder ki? Elbette sende bir sorun olmaz kızım. Varsa karşıda vardır bir durum.
‘Ana yüreği dayanamadı miniğine, dışarıda aradı yine sorunu’ diye düşündü. Sustu da. Üzmeyecekti anacığını.
Yorgundu. Ağlamayı da beceremiyor, kendi kendini kahrediyordu. Sadece kahve içerken Batur’nun söylediği o cümle kulaklarında çınlıyordu. “Bir gün ben de sana bir sürpriz yaparım,” demişti. Annesinin söyledikleriyle tekrar düşündü bu cümleyi. ‘Yok canım daha neler’ diye geçiştirdi bir anda.
Dostlar kahvesinde şen şakrak bir muhabbet vardı. Kahkahalar gökyüzüne pervasızca yükseliyordu. Çok neşeliydi herkes. Kendi de gülümsüyordu. Bedeni orada, ruhu yok gibi. Fark edildi bu durum. Dayanamadı bir dost. Girdi koluna, kaldırdı masadan. Sahile vuran dalgalara doğru adımladılar geçmişi. Anlattırmıştı dostça sorular. Uzun uzun dinlendi yine bu garip hikâye. Deniz, yıllanmış şarap gibi hazmediyordu. Yavaş ve dingin. Hafif dalgalar kumsalı okşarken rahatladığını hissediyordu. Garipçe bir soruyla karşılaştı, zaman sonra.
- Bu anlattığın kişi, şu kişi mi? diye.
Hayret vardı bakışlarda. Ortak bir tanıdık ifadesi hissetti birden ‘evet’ diyebildi, ürkekçe.
…
Uzun bir sessizliğin ardından kendisi zorlamaya başladı sohbeti. Hadsizce sıkıştırıyordu.
- Nereden tanıyorsun, kim bu adam?
- Bilmem, diyordu dost.
- Nasıl yani arkadaşım?
- Sana farklı bir pencere açmak istiyorum, dedi ve başladı anlatmaya dost.
- Hem biliyor musun senin ismin ne anlama geliyor?
- ?
- Senin ismin tamamlanmamış bir isim. Sadece bir harf. Elif. Elif bir harftir. Sadece bir harf veya bir musiki notasıdır, ( la ) dır işte senin ismin.
- Eee, ne alaka?
- Budur işte yarım kalmasının sebebi. Sen hayat boyu bununla yaşadın. İsmin gibi yarım kaldı her şeyin. Bu olayda olduğu gibi.
- Ben anlamadım. Yarım kalan nedir? Şimdi bunların Batur’la ne alakası var?
- O da yarım.
- Nasıl yani?
Dalgalar sertleşmiş can yakmaya başlamıştı artık. Rüzgâr nefesini kesiyordu kelimelerin. Sonunda döküldü cümleler. Son noktayı koyarcasına, pervasız, iç kanatırcasına.
- Batur tercihini erkek kıyafeti giymekte kullandı, diye.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...

