ANNEM
ANNEM
Karlı bir kış günüydü. Birleştirilmiş sınıflı köy okulumuzun kapısı tıklandı. Bir müddet sonra kasketi elinde utangaç bir tavırla kapıda Akif Dede belirdi. Ayaz, yüzündeki çizgileri acıyla sanki daha da derinleştirmişti. Üşümüş ellerini birbirine sürterek öğretmene doğru yürüdü. Yüksel öğretmen tüm nezaketi ve hoşgörüsüyle karşılık verdi. Akif Dede kısık sesle bir şeyler söylüyordu. Yüksel Öğretmenin yüz ifadesi, duyduklarının olumsuz olduğunu saklayamıyordu artık. Üzgün bakışlarını bize çevirdi. Titrek bir sesle, abime;
- “Kardeşinle birlikte çantalarınızı alın. Evinize gideceksiniz,” dedi.
Ne olduğunu anlamamıştım. Abim çantasını topladı. Benim de çantamı toplamama yardımcı oldu.
Akif Dede önde, kar yığınlarının arasında ilerlerken, bizde hiyerarşik sıralamaya girmiş onu takip ediyorduk. Öyle ki soru sorma cesaretini dahi bulamadan, anlamsız bir itaatkârlıkla sadece yürüyorduk.
Eve vardığımızda kapının önündeki lastik ayakkabıların fazlalığı dikkatimizi çekmişti. Bir ayakkabılara, bir Akif Dedeye bakıyorduk. Sualsiz bakışlarımıza cevap arıyorduk belki de. Akif Dede’nin kaçırdığı gözleri dolmuştu.
- “Hade girin içeri,” diyebildi.
Korkmaya başladık. Kötü bir şeyler, kâbus gibi etrafımızı karartmıştı sanki. Bizi görenlerin de konuşmaması ve üzgün oluşu kaygımızı daha da arttırıyordu.
Oturma odasının kapısından içeri girmiştik. Annem yer yatağında hasta yatıyordu. Bu gün farklı olan, odanın içinde başkalarının olmasıydı. Nazlı Nene mendilini yayvan bakır tasın içindeki suya daldırıp, iyice ıslatıyor, sonra onu sıkıyor ve annemin dudaklarına, alnına sürüyordu. Naciye Teyze alçak sesle kuran okuyor, Kiyli Teyze iki yana sallanarak hem ağlıyor, hem de inliyordu. Ayakta öylece kalakalmıştık. Bizi annemin ayak kıtlındaki minderin üzerine oturttular.
Annemin yorgun yüzüne bakarken, boğazıma bir şeylerin düğümlendiğini fark etmiştim. Küçük yüreğim yaralı serçe gibi çarpıyordu. Bir abime, bir Nazlı Neneye bakıyordum. Aslında sadece bakıyordum.
Bir müddet sonra annem Naciye Teyzenin kollarında hafifçe doğrularak bize baktı. Gözlerinde fer kalmamıştı. Bir inilti halinde, “Allahım keşke bu ikisi olmasaydı.” diyebildi.
Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Kuran sesi kesildi. Nazlı Nenenin tecrübesi kulaktan kulağa yansıdı. “Çocukları çıkarın” Benim için anlamsızlığın devamıydı bu. O yankı her geçen gün büyüyecek ve bütün bedenini saracaktı.
Yıllar sonra iki mazlum bakış, mezar başında geçmişle hasret gideriyorduk. Mazi, gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu.
Abim, sessiz yaşantısının altında hırslı bir kimlik sergilemişti. O gün serçe gibi çarpan yüreği merhametle birlikte katılaşmayı – soğukkanlılığı da öğretmişti. Ben ise hissedemediğim bir boşluğun tüm şımarıklığı ile savurgan bir gençlik yaşamıştım. Annemin o son cümlesinden sonrasını hiç hatırlayamadım. Aslında hatırlamak ta istemiyordum. ( Niyeee?)
Taki bir yetişkin duruşuyla bakınca kavrayabildim o anı. Annem ölüm döşeğinde bile bizi düşünüyordu. Bu oldukça anlamlı ve ulvi bir duruştu. Bununla birlikte bu tablo hayatını kendinden başkasına adayan ve bir anneden başkasının anlayamayacağı bir duyguydu. Biz büyüdük ve bu günlere kadar geldik ve kendimizi yaşıyorduk artık. Ya annem! …
Tam ayrılmak üzereydik ki, arkamızda heykel gibi duran Akif Dede’yi fark ettik. Daha da yaşlıydı. Yüzündeki çizgiler iyice derinleşmişti. Tılsımlı sessizliğiyle selamladı bizi. Ardından, “Ne yapacağınızı ve nereye ulaşacağınızı biliyorsanız, bu mezar sizin için sadece durak olur. Gelir, hatırlar ve yad eder gidersiniz.” dedi ve arkasını dönüp gitti. Peşinden gidip onu durdurmak istedim. Belki biraz daha konuşabilmek, belki de içimdeki boşluğu doldurmak için, bilmiyorum. Yapamadım. Gidemedim peşinden. Gerektiği zaman ortaya çıkıp, az ve öz konuşmak. Bilgelik bu olsa gerek. Ulaşmak istediğimiz belki de budur.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...
Sözler, sözcükler her zaman yetmiyor eylemi tasvire. Eksik kalıyorlar, esrik kalıyorlar, bizi de içimizdekiyle ortada bırakıyorlar... Ne desen oluyor ne demesen... Sussan olmuyor susmasan da... Susuyorsun diyorlar içine atıyor, oysa bilmiyorlar içimdeki söze sığmıyor... Konuşsan diyorlar çok konuştun, oysa bilmiyorlar çok da olsa içteki sözcüklerin içine konsun... Bak bir teşekkür yetmiyor yüreğe bile kimi zaman, az öz kalmıyor yazıyor da yazıyor kalem durmadan kelam...
Burcu Esin İLİŞ
4.11.2012
Duyguları, yaşanmışlıkları anlatmak bazen insanı zorluyor. Evet sözcüklerin yetmediği yerler oluyor. Yoruluyorsun ve çekilip kabuğunun içine, 'sadece gerçek işte' diyorsun. Yıllar sonra da olsa yüzleşmen gereken bir gerçek.
VEYSEL PARLAK
5.11.2012
Ne diyeceğimi inanın bilemiyorum.Yazılarınızda okudukça büyüyen bir derinlik hissediyorum.Sanki büyüleniyorum.Gerçek mi bilmiyorum. Bence çok gerçek yaşamın içinden.Kaleminize , yüreğinize sağlık Veysel Öğretmenim.
F.Bilge KAPLAN
5.11.2012
Bilge öğretmenim gerçek, hemde çok gerçek. Sadece bir Akif dede eklenmiş yaşanmışlığa, o da tuzu biberi olsun. Öyleki tüm annelere bir kez daha gönülden teşekkür olsun.
VEYSEL PARLAK
5.11.2012
Hissetmiştim gerçek olduğunu ben de o doldurulamayan boşluğu yaşayanlardanım.Yalnız değilsiniz...
F.Bilge KAPLAN
6.11.2012
Veysel Hocam,anne deyince akan sular duruyor ama bir de mekan değiştirmişse kelimeler boğazda düğümlenip,diller lal oluyor...O yokluk her yaşta kocaman bir boşluk bırakıyor DOLDURULAMAYAN :(
Neyse ki kelam dursa kalem durmuyor,içimizi bir nebze rahatlatan...
Havva Atalay
5.11.2012
Bir şair de öyle diyor Havva öğretmenim. "Bak bir teşekkür yetmiyor yüreğe bile kimi zaman, az öz kalmıyor yazıyor da yazıyor kalem durmadan kelam... " gönlüne, yüreğine sağlık.
VEYSEL PARLAK
5.11.2012
etkileyici...
mustafa çatalkaya
6.11.2012
:))
VEYSEL PARLAK
6.11.2012
paylaşım için teşekkürler
Ü. Erçin Kimmet
6.11.2012
hayırsız kardeşim liseli yıllarda cok dertleşmiştik senin anne özlemini iyi biliyorum yurtta yatağın üzerine oturur saatlerce konuşurtuk
yıldırım aksu
6.11.2012
:))
VEYSEL PARLAK
6.11.2012
Teşekkürler
VEYSEL PARLAK
6.11.2012
Söze gerek yok; gayet özgün ve dokunaklı. Kaleminize sağlık Veysel Öğretmenim.
Berna Baysa Öz
7.11.2012
Evet Berna "gayet özgün" teşekkür ederim. İyiki varsın.
VEYSEL PARLAK
8.11.2012