OYUN İÇİNDE OYUN
OYUN İÇİNDE OYUN
Gurbetçiler gelince köy odasının damak tadı gibi, sohbetin tadı da değişirdi. Uzun kış gecelerinin buz kesen soğuğu kahkahalarla ısınırdı sanki.
Behçet otuzlu yaşlarda uzun boylu, yakışıklı gurbetçilerdendi. Bununla birlikte, köylü duruşunu alnının tam ortasında taşıyacak kadar da saftı. Duygularını gizleyemediği gibi, olaylara hep kendi kabulleriyle bakardı. Gurbetten son gelen gruptandı Behçet. Adetler gereği, ilk akşam köy odasına gelinmeliydi. Getirdikleri karınca kaderince hediyelerini sunmalıydılar. Akşam olmuş, son gelenlerden Behçet ve Rüstem’in amcası Halit Aga hariç diğerleri damlamışlardı köy odasına.
Yaşlılar onur sırasına göre öğretmenin sağ ve sol yanında sıralanmışlardı. Kapıya yaklaştıkça yaşları küçülen silsileyle yerlerini almıştı geri kalanlar. Kısa bir hoş beşin ardından getirdikleri sigara, çikolata ve lokum türü gönül almalar tamamlanmıştı. Şimdi sadece birinin ortaya atacağı laf bekleniyordu. O laf etrafında muhabbet başlayacak ve beklide hiç ilgisi olmayan başka bir noktada sonlanacaktı gece yarısında sohbet. Suskunluk fazla sürmedi. Pala Rüstem Behçet’in amcasına dönerek ilk salvoyu yaptı.
- Emmi yeğenin gelmiş diyorlar.
- Hee eleymiş. Berabermişsiniz.
- He gelirken beraberdik de, şimdi seninki nerde?
- Bana ne soruyon Rüstem. O, sizin arkadaşınız değil mi?
- Doğru emmi arkadaşız, arkadaş olmasına da, bak hepimiz burdayız. Ne oldu emmi biz yokken adetleri mi değiştirdiniz?
- Ulan oğlum biz niye adetleri değiştirek. Ahan hepimiz buradayız. Hangimizde bele bir ganı bozukluk gördün ki?
- Emmi ben büyüklerimi kastetmedim.
- Neyi kaskettin o zaman?
- Anladın, anladın da işine gelmiyor. Sülalece avratların sözünden çıkamıyoruz diyemiyonda, bizleri suçluyon işte.
- Tabi tabi emicen Halit Aga camide kazaya kalan namazlarını kılıyor değil mi? Sülalecek miş. Deyyuz.
Millet gülüşmelerini bitirmemişti ki Behçet konağın kapısında göründü. Ardından da Halit Aga. Muhtar Behçet’ e saldırdı.
- Behçet sanki biraz geç kaldın he, ne dersin?
- Yok muhtarım konağın camından şöyle bir baktım. Bu gün gelenlerden Halit Aga’ yı göremeyince evine kadar bir gittim. Aha, aldım getirdim. Ayıp olur dedim. Mahcup olacak sonra.
Halit Aga henüz içeri girmişti ki bu saldırıyla karşılaştı.
- Ne evi oğlum. Camideydim ben. Senin gibi beynamaz mıyım ben? Ne yalan atıyorsun. Glibik.
Kahkahalar daha da gürleşti. Bir ara muhtarın sesi tekrar duyuldu.
- Ne o Halit Aga kaza namazı mı kılıyordun yoksa?
…
Gece ilerlemiş yaşlılar yavaş yavaş evlerine çekilmeye başlamıştı. Gençler muhabbeti koyulaştırmıştı. Gurbetçileri ne kadar geç evlerine gönderseler o kadar mutlu olacaklardı. Gurbetçilerde kalkamadıklarından, yaşanmışlıklarını abartarak keyifle anlatıyorlardı. Bazen İstanbul’u görmemiş olanları oltada balık misali gezdirip duruyorlardı. Bir ara sohbet modern yaşamla köy hayatının kıyaslanmasına gelmişti. Aslında onlar için köy gibisi yoktu. Her şey doğaldı ve tüm insanlar birbirlerini tanıyabiliyordu. Büyük şehirdeki gibi gariplikler de yaşanmıyordu. Tam bu noktada Rüstem bir yaşanmışlığını anlatmaya başladı.
- Emmi uzaktan bakınca dersin ki güngörmüş sosyeteler. Ama nerde? Bir gün işten çıkmış eve gidecektim. Çok yorgundum. Sadece elimi yüzümü eyle lalettayin yıkayıp elbiselerimi değiştirdim. Orda ki otobüsler çok uzun. Bizim köyün hepsi bir otobüse sığar.
Çoban Selo şaşkın şaşkın,
- ‘Vallaha mı? ‘ diye sormadan edemedi. Gülüşmeler Rüstem’i daha da gayrete getirmişti.
- Neyse ayakta gidiyoruz. Bele bir baktım sosyetik bir bayan bana bakıyor. Heç oralı olmadım tabii ki. Bele bayağıda kısa giyinmiş. Neyse tabi her durakta millet binince bayağı bi sıkıştık. Yani ele oldu ki, haşa şurdan dışarı bayanla değdik değeceğiz. O arada bana ne dese ey. ‘Beyefendi hangi parfümü kullanıyorsunuz, markası nedir acaba?’ Şaşırdım tabi, şimdi bayan soru sormuş cevap vermesen olmaz. Hele bir niyetini öğreneyim diye düşünerek bende ona bir soru sordum. ‘Abla neden sordunuz?’ dedim. ‘Kokusunu çok beğendim de, eşime de bundan almak istiyorum.’ demez mi. Ben şoklardayım. ‘Nasıl olurda şehirli, sosyetik bir bayan ter kokusuyla karışmış gres yağının kokusunu beğenir anlamadım.’ Neyse ‘Abla bu gres yağıdır,’ dedim. ‘Çok memnun oldum,’ dedi. Hatta o gün daha kendi durağına gelmeden de inip, evine yürüyerek gitti.
- Peh, yazıklar olsun ele şeherli karıya ki gres yağını dahi bilememiş,’ diye kükredi Pehlivan Dede,
Bıyıkları terlememiş Çoban Selo atıldı hemen,
- Yav Pehlivan Dede bu gres yağı da nedir?
Bu sohbete birkaç kişi bıyık ardından gülerken, Çoban Selo’nun bu sorusu köy odasının ahşap tavanını sarsacak bir kahkahanın kopmasına neden olmuştu. Pehlivan Dede bilgiç tavırlarla cevap verecek kişinin kendisi olması gerektiğini düşünerek açıklamaya başladı.
- Hani oğlum patosun dişlileri daha rahat dönsün diye şey yaparız ya, efendim, kırmızıya benzer makine yağı süreriz ya, hah işte odur gres yağı.
- Vıy. O nasıl şeherli karı ki patosun dişlisine sürülen kırmızı yaği bilmir de, kocasına koku diye alir?
….
Akif Dede yarı uykulu gözlerle yerinden doğruldu.
- Hadi gençler bana da müsaade.
- Ne oldu Akif Dede sen nereye, seninde mi işin var?
- İşinize bakın gençler, oltanızı başka gölete sallayın.
Akif Dede’nin bu tarzı, konuşmaları noktalardı. Gençler gerçektende Akif Dede’yi oltaya getiremezlerdi. Yerinden yavaş yavaş doğruldu. Öğretmeni de kaldırarak aşağı mahalledeki evlerine doğru yol almaya başladılar. Akif Dede, öğretmenle lojmana kadar sohbet edip, kendi evine öyle geçerdi. Her zamanki bilge ses tonuyla konuşmaya başladı.
- Öğretmen Beg, işte bunlar bizim güya güngörmüş gençlerimiz. Oyun içinde oyun. Sen kadını indiği durağa, oturduğu eve kadar takip edip hemen hemen her gün rahatsız et. Sonra da senlen kafa yapsın, atsın oltayı sana, istediği gibi gezdirsin, hala anlama. Hatta marifetmiş gibi gel salaklığını taa buralarda anlat. Hadi o salak. Ya onu dinleyip hak verenler. Onlara ne demeli?
- Valla bilemem usta. Bildiğim tek şey var, o da – senin de iyi olta attığın.
Akif Dede hafifçe gülümsedi. Fark et, düşün, adını koy ve oltaya gelme. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu, Hoca? Yaaa.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...