Bir eğitim hikayesi: Kulp
Yaklaşık iki yıl önce bir yol hikayesi olarak yazdığım günceyi paylaşmak istedim. GÜnceyi okurken bir "Tom" adına rastlayacaksınız. Nedeni diğer arkadaşlardan yayınlamak için izin almıştım ama Tom'dan izin almadım onun için adını değiştirdim.
Bir eğitim hikâyesi: Kulp'a yolculuk
Burcu’nun uykulu gözleri |
Sabah saat 5’e kurduğum telefon çalmaya başladığında gözlerimi yarım yamalak açtım ve telefonumda 1 saatlik rötar yazısını gördüm. Teknolojidir ne yapsa yeridir diyerek uyarıya aldırmadan yola koyuldum gerçi başka yapacak seçenek de yoktu ya neyse. Hanım beni her zamanki güler yüzüyle uğurladı ve havaalanına sevgili meslektaşım Burcu ile gittik. Gün güzel başladı dedim kendi kendime. Bunun nedeninin Burcu ve Ezgi’nin neşesinden kaynakladığını ifade etmeliyim. (Burcu’nun uçağı zamanında kalktı)
İlk bekleme sırasında kalkan uçaklara melün melün bakan uçakzedeler |
Neyse bir buçuk saat kadar bekledikten sonra uçağa bindim, binmeden hemen bir bilim teknik dergisi aldım ne olur ne olmaz diye. Beklenen oldu havada geçirdiğimiz 2 saatten (Diyarbakır’daki hava muhalefetinden kaynaklanan) sonra ben derginin yüzde 50 sini okumuştum. (Su ile ilgili güzel bir makale var onu size İstanbul’a dönünce isteyenlere yollarım.) Saat 12 civarlarında Diyarbakır’a 3-5 dalış yapıp inemedikten sonra uçakla Urfa’ya doğru yola koyulduk ve maceranın yer versiyonu başladı. Uçak indikten sonra bizi bekleme salonuna aldılar. Bir açıklama yapılmadan 30 dakika bekledik ama bu sırada 10-15 tane telefon görüşmesi yapınca zaman çabuk geçiyor. Diyarbakır’da yapacağımız çalışmadaki okulun müdiresi Kulp’ta havanın fazla sisli olduğunu ve Cumartesi gelmemizin daha güvenli olacağını söylediğini öğrendiğimde içimdeki tedirginlik biraz olsun azaldı. Bu beklemenin adından bir anonsla uçağın tekrar kalkacağı ve bizi Diyarbakır’a götüreceği söylendi. Uçağa doğru yönelirken valizlerimizin dışarıda olduğunu gördüm. Meğer bizim karayoluna döndüğümüzü varsayıp valizleri dışarı çıkarmışlar. Bu arada bunu fırsat bilenler valizlerini alıp kendi imkânlarıyla yola devam etmeye karar vermişler.
Biz uçağa bindik arkamızdan valizleri yolladılar ve biraz sonra bir grup yolcu uçağa binmeye başladı. Öğrendik ki bizim uçağı dolmuş yapmışlar. Yine Diyarbakır’a inemeyen Anadolu Jet uçağının yolcularını bizim uçağa almışlar. Onların valizlerinin çıkartılıp bizim uçağa aktarılmasını bekledikten hemen sonra uçağa benzin koyulacağı anonsu geldi 15 dk sonra bu benzin işlemi tamamlanınca asıl bomba koptu. Hostes Diyarbakır’daki hava şartlarının değişmediğini ve kalkamayacaklarını söyledi :( tekrar geri indik ama bu sefer torpilliydik ve bizi yurtdışı salonuna aldılar :) torpil bunun neresinde derseniz bunu ben de pek çıkartamadım. Hava alanından dışarı çıktığımızda dışarıda büyük bir kalabalık vardı. Onur Air’in sayın yolcuları, kaptanın sivil kıyafetleri giyip kaçması sonunda yalnız kalmışlardı. Büyük bir arbede yaşanmadan küçük atışmalarla bizim uçağın yolcularını alacak iki otobüs dolduruldu ben olanları 15 adım uzaktan seyredip biraz olsun karambole gitmeden olayı atlatmayı planlıyordum. 30 dakikalık bir sabır gösterisi yaptıktan sonra bir “sprinter” marka minibüse bindik. Bir buçuk saat süren yolcuğumuz başladı…
İşte Diyarbakır:
Diyarbakır’ı şöyle böyle bildiğim için bir cengaverlik yapıp “Kantar” da indim. Sur’dan geçtiğini söyleyen bir minibüse bindim. Yolculuk sırasında şoföre tam gitmek isteğimim yeri söylediğimde kendilerinin geçmediğini bir öndeki minibüsün geçtiğini söyledi. Bir öndeki minibüsü selektör ve korna bombardımanıyla durdurdu ve bana verdiğim parayı geri vermeye çalıştı. Parayı almayarak bir öndeki minibüse geçtim ve sonunda kaldığımız otele vardım. Çok şükür dediğimde saatler 16:20 civarını gösteriyordu… Artık Diyarbakır’a varmıştım, tek sorun Kulp'un buraya 130 kilometre uzakta olmasıydı. İstanbul’dan buraya 1100 kilometreyi 11 saatte gelen biri olarak 130 nedir dedim ve kendimi ciğercide buldum
Diyarbakır Dağkapı ciğercisinin internette bulduğum bir fotoğrafı |
Sevgili Ahmet Özmen (Diyarbakır’daki Kısmi Zamanlı Eğitmenlerimizden) gerçi beni yaklaşık beş kere arayarak sana ciğer yedireceğim demişti (Dağkapı’da) ama ben açlığımın ve bundan kaynaklanan baş ağrımın esiri oldum. Ciğerleri yedikten sonra hesabı kasada ödemeye gittim kasa resimde görünen tezgâhın yanı. İşin ilginci adisyon canlı ve yemek yiyenin kendisi söylüyor yani kişinin beyanı neyse hesap o oluyor. Hesabı öderken tezgâhta pişen köftelere gıptayla baktığımı fark eden kasiyer bana bir adet de köfte ikram etti. (Gözünü sevdiğimin memleketi.)
Sur’un ana caddesinde (adını bilemediğim) yürümeye çıktım ve yolda bir salep arabası gördüm hemen içimi ısıtmak için bir salep aldım. Çocukluğumda içtiğim okul önünde satılan %25 süt %75 su salebin birebir aynısıydı. Satıcı istese on lira vereceğim bu tat için benden bir lira isteyince ayrı bir mutlu oldum. Salebimi yudumlarken Ahmet Özmen telefonda ciğercide beni göremediğini söyleyince hemen yalnız bırakmamak için geri döndüm ve yarım ciğer daha yemek zorunda kaldım :) ! Ciğerleri eritmek için on kilometre yol yürümenin gerektiğini düşünerek Ahmet ile yollara koyulduk iki yüz metre olan otele üç-dört kilometre yürüyerek gittik. Yoldaki muhabbet gerçekten bana bölge hakkında ek bilgiler veren türdeydi. (Neydi diye sorarsanız bunu yüz yüze anlatmanın doğru olacağını düşünüyorum.) Otele döndükten sonra ekibin diğer üyelerini gördüm mutlu oldum. Başımdan geçenleri anlattım epeyce güldük. Onlar benden daha şanslıydı onlar öğle vakti uçağa binmişler ve Mardin’e inmişler üstelik orada bir de şehir turu yapmışlardı. Ben yaşadığım zorlulara üzülmedim benimkiler de hoş deneyimlerdi bence. Hep beraber kısa bir yürüyüşle tatlı yemeye gittik (benim yürüdüğüm yolların hepsi yalan oldu, üstüne birkaç kilometre de borçlanmış oldum).
Otele tekrar geri döndüğümüzde ise Tom (beraber çalışacağımız KZE arkadaşım) ile birlikte birbirimize dönüt vermek için kontrat yaptık ve odalara çekildik. Ben Erçin ile kalıyordum kendisi horlamasıyla etrafı rahatsız ettiğinden dolayı rahatsız olan çok “doğru” birisi. Neyse ki bu akşam horlamadı.
Kulp yolu:
Sabah 6:30 da Tom’le buluştuk ve Kulp yoluna düştük. Tom yolu bildiğini söyleyerek açtığım GPS'i kapatabileceğimi söyledi ben de laf dinleyip (teknolojiye güvenmeyip) kapattım. Yaklaşık bir 80-90 km sonra yakıt almak için durduk şansımıza durduğumuz yerde sabah çorbası varmış nasıl olsa rahat gideriz diye restoran kısmına geçtik. Yemek salonunda koca bir tencere içinde tadı güzel bir çorba, ortada koca bir soba ve başında iki takım elbiseli arkadaş sobayla uğraşıyordu. Selam verdik ve sobanın yanındaki masaya oturduk.
Çorbalarmızı yudumlarken takım elbiseli arkadaşlarda yan masamıza oturdu ve bize nerelisiniz diye sordular. Ben İstanbul’dan geliyorum deyince benle ilgilenmediler Tom cevap olarak Diyarbakır deyince Bingöl’den mi geldin diye sordular. Tabi ben buna pek anlam veremedim. İşin aslı sonradan ortaya çıktı, meğer “siz Zaza mısınız?” demeye getiriyorlarmış. Dediğine göre Zaza’lar uyanık olurmuş, biz onların göz koyduğu masaya oturmuşuz :).
Biraz muhabbet ettikten sonra vedalaştık çıkarken “Zaza mısınız?” diye soran arkadaş “buranın halkını farklı buldunuz mu?” diye sordu. Ben de herkes gibi dedim ve arkadaş bana bir anısını anlattı. Bu arkadaş ve annesi hastaneye gitmişler orda top sakallı, kulağında küpe, yandan cepli pantolon giyen biraz uzun saçlı birini görmüşler. Annesi çok şaşırmış ve oğluna “yavrum bu da müslümandııır? (uzatma soru anlamına geliyor)” diye sormuş. (Bunu bana niye anlattığını anlamamazlıktan geldim tabiiki)
Kıssadan hisse buradaki soruların gerçek meallerini anlamak zormuş…
Kulp yolunda gördüğümüz dağlar. |
Okuldan Kulp’un girişi |
Yola çıktıktan 1 km sonra dağları gördük (biz hemen yamacına gidecektik). Tom’le yolculuk güzeldi, muhabbet sıkmıyor. Zaten bu yollarda giderken bölgeden biri olunca daha zevkli oluyor, bilmediğiniz birçok şeyi duyuyorsunuz.
Baya bir gittik sonra Tom dedi ki ya bu yollar hiç böyle değildi? (Dınk! Kafamda yanan ampulün sesi). Hemen GPS’i açtım açar açmaz (Dün geceden Kulp’u hedef olarak ayarlamıştım) bize sert bir ses tonuyla “geri dönün!” dedi. Biz 17 kilometre fazladan gelmişiz. Bingöl’e 10 kilometre kalmış (Az daha gerçekten Bingölden gelecektik :)). Olsun, o yolda da ilginç bir karakol gördük. Ne yalan söyleyeyim orda nöbet tutsam epeyce bir korkardım. Tabii fazladan kat ettiğimiz 30 km bize 25 dakika olarak geri döndü, yine de Kulp’a zamanında ulaştık ve hemen hazırlıklara başladık.
İlk defa bizi karşılayan arkadaş (Zana) bize “biz sizden çok şey bekliyoruz haberiniz olsun” dedi ve benim gözlerim parladı “oley, bu çalışma güzel olacak dedim kendime”.
1. günün sonu,
İkinci kısım için buraya tıklayabilirsiniz
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...