Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
YENİDEN MERHABA 8 Beğendim Spam Favorilerime Ekle Değerlendir

YENİDEN MERHABA

 

Uzunca bir aradan sonra yazı yazmak isteyince, gündemi meşgul, bazı kafaları karışık  ve  Şirince’lileri zengin  kılan, milyonlarca kişiye göre kıyametin kopacağı, diğer bir gruba  göre ise bir devrin bitip yeni bir dönemin başlayacağı,  hatta, bu yeni döngü dönemi  ile ağırlıklı olarak sol beyinle yönetilen insanın sağ beyin yönetimine geçeceği, kısaca sol beyin döneminin kapanıp, sağ beyin döneminin başlangıcı!!!…. Maya Takvimi  21 ARALIK 2012 efsanesine  ben de biraz dokunmadan geçemedim :(

Biraz dokunayım derken, her zamanki gibi fazlaca konunun içine girdim… Gılgamış Destanı’ndan, ilgili psikolojik makale ve kitaplara, astrolojik yorumlardan,  kehanetlere yayılan bir yelpazede okudum, göz attım. Beni araştırmaya, üzerinde düşünmeye ve yazmaya iten konu elbette Maya Takvimi kehaneti değil, bu söylenti veya varsayıma olan inancın/ inançsızlığın altında yatan “ ölüm” olgusu. Biliyorum, ürkütücü ve tatsız bir konu ama bir o kadar da gerçek ve ilginç… Hatta (bu cümleyi son okumamda ekliyorum) ciltlerce yazılabilir…

Araştırmacı ruhumla  psikolog yanım ve yazma arzum birleşince sonunu nasıl bağlayacağımı bilemediğim, o kadar çok soru kafamda oluştu ki, şimdi bunlara ne zaman cevap bulabileceğim hiç bilmiyorum… Aslında bu “Maya”lıların inancı doğruysa, zaten cevap bulmaya ne gerek var, ne de zaman…:(

Ya doğru değil ise !!! :) Ve biz 22 Aralık 2012 de aynen devam ediyor isek, o zaman en azından bazı cevapları bulmak, “hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan bir ölümlü” olan bana, “her doğan günün ömrünün son günü” gibi yaşayabilme bakış açısı kazanmakta çok katkı sağlar diye umut ediyorum… Bu arada, eğer 21 Aralık gerçekten ömrümün son günü olsaydı, benim şu anda bu yazıyı yazıyor olmam  ve  sizin de okuyor olmanız ne kadar anlamlı diye bir başka soru hemen listeme eklendi. Yanında da,  peki  “en çok” ne yapıyor /ne yaşıyor olmak isterdim sorusu eşliğinde :):)

Merak etmeyin, zamanın değerini ve hızla akıp gittiği gerçeğini gerek ilerleyen yaşım,  gerekse   göz açıp kapanır sürede geçen 2012 ve  de  21 Aralık’a saatler kalması gerçeği ile çok net farkındayım. “Ölüm” konusunu bilimsel, tarihsel, dinsel, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla buraya taşımak gibi elbette niyetim yok. Ayrıca bu beni fazlasıyla aşar… Bu konunun çok hassas bir nokta olduğunu, yüzleşmenin ve kabul etmenin çelişkilerini, zorluğunu gerek mesleki gerekse özel yaşamımdan biliyorum… Devamını okumak istemezseniz, saygı duyarım:)

Canlı yaşamının doğasında yer aldığı için, varoluşun başlangıcından beri “ ölüm” ve “yaşam” iç içedir  ve  dünyada  bir gün  öleceğini  bilerek yaşayan tek canlı, insandır.  İnsanın varoluşunu anlamlandıran  “Ölüm ve  Yaşam  Anksiyetesi”        pek çok bilimsel araştırmaya, felsefeye ve  önemli sanatsal dışavurumlara temel oluşturmuştur.

“Her artıda bir eksi, her eksi de bir artı vardır” bakış açısına, her olgunun zıttı ile var olduğu inancına sahip biri olarak, aslında “ölüm” ün  “yaşam” ile anlamlandığına inananlardanım. Yıllar önce,  Irvın Yalom’un  “Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek” kitabını ( bu kitap üzerine  kendisi ile bir kongrede tele-konferans yapabilme şansım olmuştu ve benim için çok özel bir deneyimdir:)) okurken, bazen aklım karışmış, bazen canım  sıkılmış ama çok önemli yüzleşmeler de yaşamış ve kendimi “iyi” hissetmiştim… Okumanızı öneririm…Yalom bu kitabında der ki ( merak uyandırma bölümü:)):

Öz-farkındalık büyük bir armağan, hayat kadar değerli bir hazinedir. Bizi insan yapan şeydir. Ama bedeli de çok ağırdır – ölümlülük yarası. Varoluşumuz, büyüyüp gelişeceğimiz ve kaçınılmaz bir şekilde ölüp yok olacağımız bilgisiyle gölgelenir.

Ölümlülük düşüncesi tarihin başından beri peşimizi bırakmaz. Dört bin yıl önce Babil kahramanı Gılgamış, arkadaşı Enkidu’nun ölümü üzerine yukarıda alıntıladığım sözleri söylemiştir: “Sen artık karanlıklar içindesin ve beni duyamaz oldun. Ben de öldüğümde Enkidu gibi olmayacak mıyım? Yüreğim umutsuzluk içinde. Ölümden korkuyorum.”

Gılgamış hepimiz adına konuşuyor. Onun ölümden korktuğu gibi hepimiz korkarız – her erkek, kadın ve çocuk ölümden korkar. Bazılarımız için ölüm korkusu genelleşmiş bir huzursuzluk şeklinde dolaylı olarak kendini gösterir ya da başka bir psikolojik bozukluk kılığına girer; bazılarımız ölümle ilgili açık ve bilinçli bir anksiyete yaşarken, bazılarımız için ölüm korkusu bütün mutluluk ve sevinci engelleyen bir dehşet haline gelir…”

Her anı ölümün tamamen farkında olarak yaşamak hiç kolay değildir. Bu, güneşe dosdoğru bakmaya benzer: fazla dayanamazsınız. Hayatımızı korkudan donmuş bir şekilde geç iremeyeceğimiz için ölüm korkusunu yumuşatacak yöntemler üretiriz. Çocuklarımız aracılığıyla kendimizi geleceğe yansıtırız; zenginleşir, ünlü olur, hayatta her zamankinden daha fazla yer kaplarız; saplantılı, koruyucu ritüeller geliştiririz; ya da nihai kurtarıcıya karşı konulmaz bir inanç geliştiririz.

Ölüme karşı bağışıklığı olduğuna inanan bazı insanlar kahramanca bir hayat yaşar, başkalarının ya da kendi güvenliklerini hiçe sayarlar. Bazılarıysa sevdikleri biriyle, bir davayla, bir cemaatle ya da bir İlahi Varlıkla birleşme yoluyla ölümün acı veren ayrılığını aşmaya çalışırlar….

 Sizde bir anlam ifade eder mi bilmiyorum ama bu kitabı ilk okuduğumda beni en çok etkileyen, Otto Rank’ın  “bazıları ölüm borcundan kurtulmak için yaşam kredisini reddeder” sözü olmuştu. Yalom, bu sözü bir terapi seansında hastasına şöyle bir örnek ile açıklıyor:  “Bu durum okyanusta bir gemide yolculuk yaparken, yolculuğun  kaçınılmaz  bir şekilde  bittiğinde vereceği acıdan kurtulmak için, kimseyle arkadaşlık etmemeye veya eğlenceli etkinliklere katılmamaya benziyor.”

Bu söz ve örnek, yaşamımdaki seçimlerimi yeniden gözden geçirmemi, seçim yaparken yüklediğim anlamlardaki  “başlangıç ve son” ile “yaşam ve ölüm” arasındaki benzer kaygıyı  görmemi  böylece kullandığım kaçış, inkar veya kabul yollarımı fark etmemi sağladı… ( bu da deneyimin paylaşımı sayılabilir:):))

Yeni bir yıla girmeye hazırlandığımız şu günlerde, 21 Aralık 2012 de insanlık için yeni ve olumlu bir dönemin başlangıcı olmasını yürekten dilerken, M.Ö 3000 li yıllardan günümüze ulaşan Gılgamış Destanı’ndan küçük bir alıntı ile yazımı sonlandırıyorum….

Gılgamış, bu telaş neye, nereye böyle aceleyle?

Aradığın hayatı hiç bir vakit bulamayacaksın.

Tanrılar, insanoğlunu  yarattıklarında  ona  ölümü ayırdılar; ölümsüzlüğü ise kendilerine sakladılar.

Sana gelince Gılgamış, beni can kulağı ile dinle…

 Karnını hoşa giden  yiyeceklerle  doldur.

Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar oyna şölenler düzenle, eğlen!

Bayram say her gününü, keyfini sür yaşamın

Tertemiz giysilerle dolaş, suda yıkan, elini tutan küçük çocuğu sevindir, sevgilini kucaklayarak mutlu et.

Ölümsüzlüğün sırlarından sana ne?

Sana bağışlanmış hünerli beynin, sıcak kalbin ve güçlü ellerinle becerebilirsen eğer, el yazması bir yaşam armağan et kendine.

Bunlardır senin payına düşen.” 

 

“Daha fazla”sına ulaşmak arzumuzu gerçekleştirirken, sahip olduklarımızın değerini bilerek yaşayacağımız yeni yüz yıllar diliyorum:):):)

 

Yaşama Tutunmak

Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...