Sosyal MedyaTİK
İki gün önce Facebook’ta rastladığım, bir meslektaşım tarafından yazılmış “Günde 25 Saat Twitter Ne Anlama Geliyor?” (http://barisgurkas.com/?p=311) başlıklı yazıyı okuyunca, Haziran 2012 de yazdığım ve Haber Revizyon Dergisi’nde yayınlanmış yazımı hatırladım. Sizlerle paylaşmak istedim, keyifli okumalar:)
Sosyal MedyaTİK
Televizyon kanallarının artmasıyla gündemimize giren “medyatik” tanımı, 3G telefonların ve de tablet pc lerin piyasaya girmesi ile “sosyal medyatik” tanımına yerini bıraktı. Facebook, Twitter, Foursquare, Friendfeed, Google Plus, Linkedin… Moda deyimle, “medyatiklik” out, “sosyal medyatiklik” in oldu:)
Bu yeni digital devrim! herkesi peşine taktı ve insan oğlunun vazgeçilmesi, olmazsa olmazları arasına katıldı. Hatta bazı kişiler öyle abarttı ki, yedi/yirmidört internette yaşar! oldu. Uzmanlar en sonunda durumun tehlikesine karar verip “İnternet Bağımlılığı” tanımı yapıp, tedavi merkezi açtılar, bu gidişle daha çok merkeze ihtiyaç duyulacak diye kaygılıyım.
Yazımda, henüz tedavi gerektirmeyen “interne-tik” tanımı ( ki bu tanım bana aittir:)), internete belirli bir süre bağlanmadan duramama ve sosyal medyada “var olma” hali olarak tanımlanabilir; buna “Tık” lama alışkanlığı da denilebilir. “Tık”ın internet ortamında “tik” olarak geçmesi ise tarihi bir tesadüf olarak nitelendirilebilir. Bu çerçevede biraz söyleşmek istiyorum. Söyleşirken de sanal alem raconuna uygun kısaltmalar yapacağım, bundan sonra Sosyal Medyatik- SMT, Sosyal Medya-SM olarak anılacaktır.
Gün geçmiyor ki yazılı-görsel medyada her gün bir SMT’lik olay yaşanmasın. Ünlü-ünsüz, yüzlü-yüzsüz SM denilen mecrada kapışmasın...
Gündemde kalmak için ‘reklamın iyisi-kötüsü olmaz’ yaklaşımını yıllardır benimsedik. Hadi ünlüleri, anladık, yıllardır o kanal senin, bu kanal benim magazincilere istem dışı! yakalanıp duruyorlar. Televole kültürü ortalığı kasıp kavururken, birden bire 3G’li telefonlar ve en sonunda tablet PC’ler ile ‘anında görüntü’, ‘anında sataşma’, ‘anında had bildirme’ çağına geçildi. Tabii bu çağ hiç de barışçıl mesajlar (Tweet, Sms, Comment) içermiyor. Kime, ne gönderme yaptığınız değil de, takipçi sayınızın ne kadar çok olduğu prim yapıyor; kısaca ‘Fan’ out, ‘Follower’ in ! :) Çünkü artık ünlü olmanın ve ününün derecesi bundan geçiyor. Peki biz sade vatandaşlar yani ‘ünsüz-ünlüler’in bu SM’den kazanımı ne? Yıllardır bilinçaltımızda sakladığımız ‘tanınır ve bilinir olma’ ihtiyacı’nı mı karşılamak? Ya da Tv’de bize yer vermeyen görsel basına bir baş kaldırı mı? :)
Kimi köşe sahibi yazarlar hatta medya patronu kişiler de yine aynı yolla değerli fikirlerini ve yorumlarını SM’de paylaşma ‘tik’ine yakalanmış gibiler. Örneğin son teknolojiye uygun medya aplikasyonu geliştiren Sayın Cüneyt Özdemir bile, Ayşe Arman’ın ‘Benim bedenim, benim kararım’ kampanyası doğrultusunda verdiği ‘çıplak’ poz için ‘teşhircilik’ terimini Twitter’da paylaşmadan duramadı ve bence istediğini elde ederek, gündemi oluşturdu.
SM ve SMT’lik ‘paylaşım mı?’, ‘teşhircilik/röntgencilik mi?’ tartışması da bu çağın ‘Trend Topic’i bence… :) Teşhircilik/röntgencilik psikolojide, cinsel sapkınlıklar altında incelenen bir davranış olarak uzmanlarca ele alınır. Alandan olmayan kişilerin, bu tür yakıştırmalar yapmaları, bana başkalarının işine burun sokmak ve nemalanmak gibi geliyor. Bu da populizmin bir başka hastalıklı yanı tabii. Bir tanım/yakıştırma gerçek sınırları dışında kullanılacaksa o zaman sormak lazım: ‘Bedeninden bir kesit fotoğrafı, kampanyayı desteklemek amacıyla yayınlamak teşhircilik de, ev hayatından bir kesiti sadece tweet atmış olmak için paylaşmak teşhircilik değil midir?’ Yoksa bunun da ‘interne-tik’ olmakla bir alakası var mıdır? :)
Bir başka durum ise canlı yayın ‘tik’i… Halk arasında, her duyduğunu, gördüğünü anında aktaranlar için bir deyim vardır ya ‘ayaklı gazete’, işte aynen öyle... Pek çok kişinin içine ‘gazetecilik-sunuculuk-fotoğrafçılık’ kaçmış gibi.. Katıldığı her toplantı, konferanstan anında cümleler aktarmak istiyor.. Hem de toplantı süresince ve de 10-15 tweet uzunluğunda, sanki makale yazıyor. :) Prof. Dr. Falanca ‘bir yıl, 365 gün dedi’ hatta ‘gökyüzü mavi, ağaçlar da yeşilmiş:)
Tabii bir de ‘ben dünyada olup biten her şeyi izlerim, hiçbir araştırma-çalışma raporunu atlamam, yerli-yabancı tüm sitelere üyeyim ve sizi de bunlardan hemen haberdar edeyim ey halkım’ yaklaşımda olanlara değinmeden geçemeyeceğim… Onlar ki ‘Bay/Bayan Bilir’… Kendilerine ötekileri bilgilendirme/eğitme misyonu yüklemiş gibiler. Bir link gördü ‘tık’, ucundan göz attı ‘tık’, ama sorsan yok bir ‘tik’ :)
Başka bir SMT’lik durumu var ki, ille de nerede olduğunu birilerine bildirecek.. Bakınız: Ben… Sanırsınız herkes oturmuş bizim nerede, ne yaptığımızı, ne yiyip, ne içtiğimizi bilmek istiyor.. Bunu paylaşmadan edemiyoruz, onlarsız boğazımızdan geçmiyor :) Yoksa kimsenin ‘ben sosyalim’ mesajı vermek gibi bir niyeti yok… Öyle ki SM’de zaten ‘Vahşi Batı’nın en hızlı tweet atanı, likelayını, check-in yapanı diye ödüller de yok.. Nedir bu telaş? Otur, çıkar keyfini, bırak bu ‘tik’leri :)
Facebook’ta kare kare fotoğraf yayımlayıp, altlarına notlar yazma durumlarına ne demeli? ‘Çok okuyan değil, çok gezen bilir’, ‘Gezelim görelim, gezip göremeyenleri de zenginleştirelim’ modeli…
Örnek 1: ördek gölde yüzüyor, çek bir foto yolla Facebook’a, yaz altına da ‘Ku vak vak vak’ :)
Örnek 2: doğum günü mum üflerken çek bir foto, bir daha çek, olmadı bir daha… uygun hale gelsin Facebook’a :) Al sana bir ‘tik’ daha…
Bir söz vardır ‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane’. Bunu SM’ye uyarlarsak ‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül SMT olmak ister, sohbet bahane.’
Peki siz hala ‘SOSYALMEDYATİKLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?’
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...