Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
YALAN SÖYLEYİP KENDİ KABİLEMİZİ KURALIM MI?

YALAN SÖYLEYİP KENDİ KABİLEMİZİ KURALIM MI?

Biz yetişkinlerin bazı şeyleri değiştirmesi için vakit geç midir? Mesela çocukken, gençken bir yerlerde kaybolmuş yaratıcı güç yeniden edinilebilir, kırılmış hevesler geri alınır mı? Heves ve şevk nerede, nasıl bulunur? Sir ünvanlı yazar Ken Robinson aralarında Meg Ryan, Paul McCartney, Bob Dylan, Paulo Coelho gibi ünlülerin de bulunduğu yüzlerce kişiyle söyleşi yaparak; ayrıca Leonardo da Vinci’den Wolfgang Amadeus Mozart’a kadar birçok dâhi sanatçının hayatını araştırarak bu soruların cevabını arıyor… Bulduğu cevap kısa ve net: Okullar yaratıcılığı öldürüyor. Bununla savaşmak içinse yapabileceğimiz üç şey var: Vasattan uzak durmalı, gerekirse yalan söylemeli, en önemlisi kendi kabilemizi kurmalıyız.

‘Sir’ ünvanlı yazar Ken Robinson da bir süre önce internetten de yayınlanan benzer bir konuşma yaparak kelimenin tam anlamıyla ortalığı ayağa kaldırmıştı. Okullara ve eğitim sistemine saldıran bu konuşma meğer yetişkinlik çağına girmiş bir insanın da değişebileceğini, tutkularını yeniden keşfedip başka biri olabileceğini anlatan Öz adlı kitabın provasıymış.

Öz’de Ken Robinson ilkin çocukların onların ne kadar özgün fikirler taşıdığını, ne muazzam doğal yetenekleri olduğunu anlatıyor. Onların ilgi alanlarının genişliğinden ve zenginliğinden, öğrenme kapasitelerinin büyüklüğünden söz eden Robinson’a göre okula başladıktan, hayata karıştıktan, öteki insanlarla, özellikle de yetişkinlerle iletişim kurmaya başladıktan sonra o çocuklara ‘bir şey’ oluyor. Tek tipleşiyorlar, bir örnek giyinmeye değilse bile birörnek davranmaya başlıyorlar. Diyelim ki başkalarından farklılar, herkese uygun olması beklenen eğitim sistemi haliyle onları kabul etmiyor, çoğu zaman da dışlıyor… Öğretmenlerinin 10 yaşına kadar zekâsında bir miktar gerilik olduğundan kuşkulandıkları Albert Einstein örneğindeki gibi… Tüm çocukların tek bir standart eğitim planına uygun hareket etmeleri beklendiğinde, eğer sezgileri kuvvetli bir yol gösterici yoksa olan o çocukların onları benzersiz kılan özelliklerine, yani yeteneklerine oluyor.

Kitap eğitim sisteminde bir reform önerisi olmakla birlikte, tek hedefi bu değil. Okullarda eğitmenlerin hayatalarını yöneticilerin de işyerlerinde sürdürdüklerinden dem vuruyor Ken Robinson… İşyerlerinde de çoğu zaman amaç yaratıcılığı besleyip ondan yararlanmak değil, düpedüz öldürmek çünkü. Birçok yetenekli, yaratıcı, parlak insan bu yüzden kendini çalıştığı yerde tıpkı Being John Malkovich filmindeki John Cusack gibi hissediyor. Hatırlarsınız, her sabah alçak tavanlı mini minnacık işyerine gittiğinde, cüceler için yapılmış kapılardan girip cüceler için yapılmış masa ve sandalyelere oturmak zorunda olan ve bu yüzden inanılmaz acılar çeken adam… Bu metaforda doğruluk payı olamaz mı sizce de?

Sorunuzu duyar gibiyim: Çocuklar için tamam da biz yetişkinler için her şeyi değiştirmek için geç kalınmamış mıdır? Kaybolmuş yaratıcı güç yeniden edinilebilir mi, kırılmış hevesler geri alınır mı, en kötüsü şevk ve heves nerede, nasıl bulunur?

Cevap, resim yeteneği olmadığı halde dünyanın en ünlü çizgi kahramanları Simpsons’ı yaratan Matt Groening, sesinin imkânları sınırlı olsa da dünyanın en büyük şarkıcılarından biri haline gelen Boby Dylan, Paul McCartney, tenisçi Monica Seles, mimar Zaha Hadid, oyuncu Meg Ryan, yazar Paulho Coelho ve elbette ünlü-ünsüz d