HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ VE HİÇ KİMSE...
Merhaba
Aşağıdaki hikaye çok hoşuma gitti ve sizlerle paylaşmak istedim.
HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ VE HİÇ KİMSE….
Bu öykü HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ, ve HİÇ KİMSE adlarında dört kişi ile ilgilidir.
Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve HERKES bu işi BİRİSİNİN yapacağından emindi.
BİRİSİ bu durumuna sinirlendi; çünkü iş HERKES’in işiydi.
HERKES işi HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceğini düşünüyordu.
Fakat HERKES’in o işi yapamayacağını HİÇ KİMSE anlamamıştı.
Sonuçta HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceği bu işi HİÇ KİMSE yapmadığından, HERKES, BİRİSİNİ suçladı.
Yazan: YIBA GLASS
Kaynak: Kendi Kutup Yıldızını Bul
GİTMEK Mİ? KALMAK MI?
MERHABA
Cesur Sorular ile Koçluk Dersimizde bu haftaki konumuz değişimdi. Bu şiir nasıl da güzel anlatıyor değişimin düşündürdüklerini, iç konuşmalarımızı. Can Yücel'e teşekkürler.
GİTMEK
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex''i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
CAN YÜCEL
Einstein ve Şoförü
Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein'a;
"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum" demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş: "Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç
tanımıyorlar... O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş,ben de arka sırada seni dinlerim." Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş.
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:
"Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip" demiş. Sonra da salonun arkasında oturan Einstein'ı işaret ederek şöyle devam etmiş: "Şimdi size arka sırada oturan şoförümü
çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak."
Netice:
1-AKILLI İNSANLAR, AKILLI İNSANLARLA ÇALIŞIR
ve
2-İNSANIN ZEKİLİĞİNİN YANINDA UYANIKLIĞI DA İNSANA ÇOK ŞEYLER KAZANDIRIR......
Kaynağı bilinmiyor
Fark ettim ki....
Fark ettim ki….
Kısmi Zamanlı Eğitmen olarak ilk deneyimim 8 Eylül İlköğretim Okulu’nda gerçekleşti. Okula gittik. Hazırlıklarımızı tamamladık. Öğretmenlerimiz sınıftan içeriye girerken güler yüzleriyle “hoş geldiniz” dediler hatta bizim onlardan önce gidip bütün hazırlıkları tamamlamamıza da şaşırdılar. Fakat bazı öğretmenlerimizin yüzlerinde eğitimin nasıl geçeceği ile ilgili tedirgin bir hava vardı. Haklı olarak kafalarından “Sıkıcı mı olacak? Verimli geçecek mi? Hafta sonumuzu ayırdığımıza değecek mi?” Gibi soruların geçtiğine eminim. Ben, benimle konuşan öğretmenlere eğitimin farklı bir eğitim olduğunu, asla sıkıcı olmadığını en azından ben kendi eğitimimde hiç sıkılmadığımı söyledim. Tabii söylemek ile yaşamak arasında kocaman bir uçurum vardır her zaman. Öğretmenlerimiz de eğitimin farkını yaşayarak gördüler.
Çok eğlendik. Çok güldük. Eğlenerek öğrenmenin tadı bambaşkaymış meğer. Onlar deneyimlerini paylaştılar, bizler de. Oyunlar çok hoşumuza gitti. Belki de çalışma arkadaşlarının bilmedikleri bir yönünü öğrendiler. “Ben sınıfta ne yapıyorum?” “Başka neler yapabilirim?” “Burada öğrendiklerimin hangilerini uygulayabilirim?”soruları daha canlı hale geldi. Kendi adıma bu sorulara bayılırım. Çünkü bu sorular insanı her zaman öğrenmeye ve araştırmaya sevk eder, meslekte diri kalmasını sağlar.
Ve eğitimin sonundaki etkinliğimiz “ Fark ettim ki…”
Şerit bana geldiğinde ben de fark ettiklerimi söyledim.
Fark ettim ki ilk eğitimim de öğrenmeye hevesli çok güzel bir grup ile beraberim.
Fark ettim ki insanlara verdiğiniz eğitim ne kadar eğlenceli, dinamik olursa o eğitime ilgi deo denli yükseliyor.
Fark ettim ki iyi ki ÖRAV'a katılmışım. Bu güzellikleri paylaşıyorum..
Bilgi ve deneyimlerini paylaşan ve desteklerini esirgemeyen eğitmen arkadaşlarım Yusuf Ziya Güldere, Deniz Özünal, Yusuf Kaya, Özlem Paker, Sedat Subaşı’na ve eğitimin eğlenceli ve verimli geçmesini sağlayan 8 Eylül İlköğretim Okulu Öğretmenleri ve Yöneticilerine sonsuz teşekkürler..
Bir dahaki eğitimde görüşmek üzere..