Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
22-23-24-10-2010 Manisa-Demirci Atatürk ilköğretim ve Bardakçı ilköğretim okulları

22-23-24-10-2010 Manisa-Demirci Atatürk ilköğretim ve Bardakçı ilköğretim okulları

22-23-24- EKİM 2010
Demirci Atatürk ve Bardakçı İlköğretim okulları – Manisa

demirci 012.JPG 

        demirci 004.JPG             

Öğrenciler henüz okuldayken oradaydık ve öğretmenlerinin ne yapacağının merakıyla etrafımızı sardılar.

 

26 Ekim 2010 Salı 10:21 15 Yorum

Okula başlamak nasıl bir şey!

Okula başlamak nasıl bir şey!

Okula başlamak nasıl bir şey!

        Daha üç dört yaşlarındayken anne babanın onaylamadığı bir davranışından sonra çocuğa, hadi bakalım odana git ve bunu düşün sakinleşene kadar da gelme dendiği olur.(iyimser bir tahminle)

        Okul farklı mı peki, daha okula başlamadan bilirsiniz, öğrenmek ve uymak zorunda olduğunuz kuralların olduğu bir yer olduğunu. okula başlayınca her biri sizin kadar ilgi bekleyen 30-40 başka çocuğun sizinle birlikte oturduğu bir yer olduğunu görürsünüz, (ilk günlerde)eve ne zaman döneceğinizi bilmediğiniz bir yer olduğunu da anlarsınız. Öğretmen adı verilen bir kişinin size neyi, nasıl, ne zaman yapacağınızı söyleyip onu uygun biçimde yaptığınızda sizi ödüllendirdiği yapmadığınızda azarladığı bir yer olduğunu. (öyle yaparsan öğretmen kızar, daha okula başlamadan aldığınız bir öğretidir.)

        Öğretmen  anlamsız çizgileri üst üste yüzlerce kez yazmanızı ister sizden.  Onaylamadığı bir davranış için ek olarak sayfalar dolusu aynı anlamsız çizgileri yazmanızı ve öğrenmenizi ister. Eğer evde bu ödev konusu çok saçma ben bunu yazmayı öğrendim neden bu kadar çok yazıyorum diye isyan edecek olursanız, anne baba öğretmenin haklılığı konusunda uzun bir söyleve çoktan hazırlıklıdır. Ve ardından hadi git odanda dersini çalış derler.

      Cezalandırıldığın yerde bilgi edin, öğren dediklerinin farkında olamadan, öğrenilecek olan- bilgi- ceza anlamı taşımaya başlar gizliden gizliye. Ve direnir çocuk, salonda, mutfakta yarım yamalak iki çizgi bir atıştırma bir dizi film, ve bilgisayarda oyun.

       -Bi disipline olamadı haylaz der babası anneye, nasıl çalışması gerektiğini öğretin der öğretmen ve anne çaresiz anne beceriksiz hissetmeye başlar.

       Öğrenmedi öğrenemedi nasıl öğretsem diye animasyona başlar anne, alışık olduğu hadi bir kaşık daha deneyimiyle. Ve “onun okulda öğretmeni var siz anne olarak kalın” uyarınızı anlamlandıramadığını fark edersiniz.

      Bu aralar okula başlayan çocukların evlerindeki durum yaklaşık olarak bu manzarayı içeriyor olabilir.

      Peki arkadaşlar, durumu yeniden yapılandırmak konusunda, hem aileye, hem de çocuğa katkı verme sorumluluğu taşıyan  biz eğitimciler neler yapabiliriz?

eşler için bir hikaye

eşler için bir hikaye

(bilirsiniz internette dolaşan hikayeler anonimleşir, bu yüzden kaynağı mechul bir hikaye)

Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.

Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu.

 Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu.

 "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü.

Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.

Alaycı bir ses tonuyla:

- Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.

- Hayır çikolata parası lazım!

Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.

- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?

- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.

Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?

- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?

- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.

- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.

- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir

kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata

götürdüm. Çikolatayı çok sever.

Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti.

O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı.

Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.

Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.

- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?

Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.

Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.

Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?

- Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.

- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?

- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.

- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu!

Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.

- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.

- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?

 Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.

- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.

- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim.

Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli k

zamane

zamane

ZAMANE

       Okuduğumda, tıpkı önceki kitaplarında olduğu gibi etkisinde kalıp, içsel bir yolculuk yaşadığım Engin Geçtan’ın son kitabı “ZAMANE” den birkaç satırı sizlerle de paylaşmak istedim. 

…....Özerklik, bir insanın seçimlerini dış etkenlerden ve şartlanmalardan bağımsız şekilde ve iç sesi doğrultusunda yapabiliyor olma özgürlüğüdür. ..

……. Özerk olmayı öğrenememiş olmanın başlıca belirtileri, karar verememe ya da verilen kararla ilgili şüpheye düşme ve kendini ortaya koymaktan utanmaktır.

      ……………………………………………………………………….

       Çocukluk yıllarımızı hiçbirimiz kusursuz bir ortamda geçirmedik. Hepimiz önce ebeveynimizin, sonra da üst sistemlerin “şeyleri” olduk çeşitli oranlarda. Özerkliğimiz de doğal olarak, “şeyler” dünyasında seçimler yapabilmekle sınırlı kaldı. Kaçımız çocuklarımızın iç dünyalarına ulaşabiliyoruz? Ya da onların iç dünyalarını tanımaktan korktuğumuzun farkında mıyız?

       ……………………………………………………………………………..

….  Kompartmandaki kadınlı erkekli kişiler konuşuyorlardı, arada bir konuştukları kulağıma çalınıyordu. Birbirleri hakkında bilgi edinmekle meşguldüler. Böyle bir bilgi alışverişi kendi dünyama yabancı olmakla birlikte yine de ne olup bittiğini kavrayacak bir yaştaydım. Dolayısıyla konuşmalar ilerledikçe, diğerleri kendilerine göre üstte mi alta mı değerlendirmelerinin yapılmakta olduğunu anlamıştım. Eşitleri yoktu, sadece alttakiler ve üsttekiler şeklinde bir değerlendirmeydi bu.

………………………………………………………………………………………..

       Çocuklar genellikle evde ailesinden kopuk yaşıyor. Okulda öğretmenlerine derdini anlatamıyor. Yeteneklerini ve düşüncelerini paylaşmakta sıkıntı yaşıyor.   

…………………………………………………………………………………………

       Yeniden keşfedilen “kolbastı” dansını ilk gördüğümde bunun bir pagan ayinini andırdığı izlenimini yaşamıştım, üstelik evrensel arkatipleri barındırdığını da düşündüğüm bir ayin, olağanüstü katartik. ……

…………………………………………………………………………………………………

 

ayırdedici dinlemek!

ayırdedici dinlemek!

Ayırdedici dinlemek!

       Karşıdaki kişinin varlığını ya da  yaptığını fark ettiğimizi gösteren her türlü eyleme (sözlü/sözsüz) kabul iletisi deniliyor. Bir biçimde farkımızda olunması ve bunun bize yansıtılması varoluşumuzun da onaylanması demek. 

       Sistemsiz olarak kendimizle ilgili etki alanımızı bize yönelik kabul iletileriyle ölçüyor olabilir miyiz? Başkalarını dinlerken sözlerin ve davranışların arasına sıkışmış kendimizle ilgili kabul iletilerinin ne kadar farkındayız? Peki etkisinde kaldığımız insanlar ne yapıp ne söyleyerek bunu başarıyor?

       Dinlemek, karşımızdaki insan için önemli bir gereksinime yanıt verdiği kadar aradan süzülecek mesajlar kendimiz içinde yol gösterici olabilir. Kimi, nasıl dinliyoruz?             

      Çevremizdeki insanların hakkımızdaki eleştiri, yargılama, iltifat ve  takdirlerini aynı düzeyde mi, algılıyoruz? Yoksa bazı insanların eleştiri ve yargılamalarını bile benim iyiliğimi istiyor, yok canım kırmak istemedi olarak algılarken, bazı insanların iltifat yada takdiri bile rahatsız mı ediyor?  Önyargılarımızın etkisinde kalıp çok değerli geri bildirimleri çarpıtıyor olabilir miyiz?  

       Duymak istediklerimize odaklanarak dinlediğimizde neler oluyor?  Bir gün boyunca beni olumlu etkileyen sözler davranışlar ve mesajları not edip hissettiğim duygu, düşünce ve iletişimde bulunduğum insanlarla aramdaki etkileşime baktım.

      (Bir velim)  - Hocam sizi tebrik etmek istiyorum, çocuğunuzun işitme sorunu olabileceğini düşünüyorum demiştiniz, geçen hafta ayrıntılı bir muayene yaptırdık, doğuştan işitme kaybına neden olan bir sorun tespit edildi. (Biraz suçluluk duyarak) şimdiye kadar nasıl anlayamadık bilemiyorum. 

       Olumsuz bir tanılamanın onaylanmış olmasından olumlu bir sonuç çıkarmak bencilce görünse de, öncelikli olarak bir öğrencimin sorununa uygun çözüm üretebilecek bir yönlendirme yapmış olmak, ardından mesleki olarak ayrıntılardan sonuç çıkarmış olmak galiba egomu biraz okşadı.

       (Öğretmen arkadaşım)- Hocam yarın akşam sınıfımın yıl sonu gösterisi var. Çok özel bir gece olacak, öğrencilerimle birlikte velilerimde rol aldı. Sizi de özellikle bekliyoruz.

       (Aynı sınıftan bir grup öğrenci) –Öğretmenim sınıf gecemize geliyorsunuz değil mi?

       Özel olarak davet almak, öğretmen arkadaşım ve öğrencileri için bir değer taşıdığım hissini güçlendirdi.

        (Bir arkadaşım telefonda) – Merhaba dostum, hiç bahane üretme bu akşam bizdesin, çocuklarda seni çok özledi.

        (Müdür yardımcısı) web sitende günceni okudum, öğrencimizin sunu metnini ve yorumları okuyunca çok etkilendim. İyi ki böyle bir çalışmayı önerdin ve başlattın.

       Beni olumlu etkileyen söz ve davranışlara baktığımda, fark ettiğim en önemli şey etkileşime girdiğim insanlar üzerinde olumlu bir etki bıraktığımdı.

        Duymak istediklerimize odaklanarak dinlediğimizde neler oluyor? Sorusuna bu de