8 NİSAN AKŞAMINDAN...
"Nasıl oluyor da bu resimsiz romanı okurken, resimli kitaplardan aldığım zevkin çok daha fazlasını alabiliyorum; gözümü kapatmama gerek olmadan bir rüyanın içinde pırıl pırıl hayaller görebiliyorum? "sorusunu soran bir çocuğa nasıl bir cevap verirdiniz? sorusu ile başlayan dersimiz yazmanın okuma ile olan ilişkisi üzerine yapılan sohbetle devam etti.
Yazmak nedir? Yazmak öğrenilebilir ve öğretilebilir bir süreç mi? sorularına yanıt aradık.
Yazmak, en iyi biçimiyle bir yarış değildir, meslek bile değildir. Kendi iradesiyle gelen tehlikeli bir delilik halidir. Kışkırtırsan yitirirsin. Yazıyor gibi yaparsan, sözcükler hastalanır.Charles Bukowski
Yazmak,benim için yazmak kainatla bağ kurmak demek. Elif Şafak
Yazmak, yaşanmamış hayattan intikam almaktır. Orhan Pamuk
Edebiyat bir sanat dalı olduğuna göre ve sanat da öğretilebilir bir şey olduğuna göre, Yazarlık, hele ki günümüzde çok daha fazla sözü geçmeye başlayan “Yaratıcı Yazarlık” eğitimi de bir sanat eğitimidir ve öğretilebilir olmalıdır. Bu doğrultuda Murat Gülsoy bakın ne söylemekte.... Yaratmanın en temel insani özelliklerden biri olduğuna inanıyorum. İnsanın yaşarken kendi var oluşunu gerçekleştirmesindeki en değerli yollardan biri olduğunu ve bunun önüne birer engel olarak dikilen efsanevi yaratıcı-sanatçı hikayelerinin insanları sanata yabancılaştırmak dışında bir işlev taşımayacaktır.
Edebiyat da yaratıcılık açısından diğer sanat dallarına benzemekte aslında. Yetenek, içe doğuş gibi bir sürü şey, evet, etkilidir. Ancak yazma teknikleri öğrenilebilir. Ancak elbette ki işin yaratıcılık kısmı başka bir yerde duruyor. Kişinin psikolojik mekanizmaları söz konusu olduğunda bu alanda bir farkındalık yaratılabilir, katılımcıların iç görü kazanmalarına yardımcı olunabilir. Yaratıcılık ayrıcalıklı bir grubun tekelinde olan bir şey değildir. Herkes yazmayı öğrenebilir. Bu konuda istekli ve kararlı olmak çok önemlidir. Ancak bu tarz bir eğitimin ardından da herkesin yazar olacağını iddia etmek de yersizdir.
Ve son günlerde çok sık karşımıza çıkan Yaratıcı Yazarlık Eğitimleri üzerine konuştuk.
Yaratıcı Yazarlık Eğitimleri Türkiye ve Dünyadaki Durumu
Yaygın söyleyişle “yaratıcı” yazarlık eğitimleri Türkiye için yeni olsa da bu türden girişimlerin Batı’da hayli uzun süredir revaç bulduğu görülüyor. Özellikle 1970’lerden sonra iyice popüler hale gelen bu eğitimlere zaman içinde üniversiteler de ilgi gösterdi. Konu hakkında yüksek lisans ve doktora programları açan bölümlere dikkatleri çekmek için ünlü yazarlara ders verme imkânı sunan üniversiteler kadar, üniversite dışı kurumlar da pek çok girişimde bulunuyor. Hatta bu türden kurslara ilgi çekebilmek için yazar adaylarına ürünlerini yayımlayabilecekleri dergi, antoloji gibi vaatler bile sıralanabiliyor.
Nilüfer Kuyaş’ın da belirttiği gibi, bugün özellikle Amerika’da “yaratıcı yazarlık yüksek lisans programı” mezunu olmayan romancı neredeyse yok. Toni Morrison’dan Thomas Pynchon’a, Ian McEwan’a kadar birçok ünlü yazarın yolu bu programlardan geçmiş. Konuyla ilgili daha uç bir örnek: Sylvia Plath de bir yazarlık kursuna katıldıktan sonra yazmaya başladı, onu asıl üne kavuşturan şiirlerini biraz da bu yazarlık kursuna borçluydu.
Türkiye’de henüz çok yeni olduğu için bu eğitimlere katıldıktan sonra yazmaya başlamış, daha doğrusu bu eğitimler sayesinde edebiyat dünyasına atılmış yazar sayısı hakkında elimizde yeterli veri yok. Şu kadarını söylemekle yetinebiliriz ancak: Bu kursların edebiyatımıza hangi yeni isimleri kazandırdığını, daha önemlisi Türk edebiyatında ne tür bir dönüşüm meydana getirdiğini, ne tür yararlara ve zararlara yol açtığını görmek için biraz zaman gerekiyor. Şimdilik bize bunun Türkiye’deki pratiklerini değerlendirme imkânı sunan bazı kurslar ve kitaplar var.
Hiç şüphesiz bu ilginin artmasında düne kadar bazı edebi mahfiller aracılığıyla hayat bulan edebiyatın bugünkü iletişim olana klarıyla daha geniş bir çevreye yayılmasının, çoksatan kitapların etkisinin ve Türkiye’de yayıncılığın bir endüstriye dönüşmesinin de payı var. Nitelikli edebiyat ürünleri kadar popüler kitapların gördüğü ilgi, bu endüstriye daha büyük kanallar açan gazete kitap ekleri, televizyon programları gibi unsurlar da eklenince yazarlık düne göre daha ilgi çekici bir hal aldı denilebilir. Ancak Türkiye’de örneğin roman sayısının yıldan yıla artış göstermesini sadece bu unsurlara bağlamak şüphesiz yanlış olacaktır. Her yıl giderek artan ilk kitap sayılarına baktığımızda bile bu ilginin hiç de azımsanmayacak ölçülere vardığı sonucuna ulaşırız. Demek ki yazarlık düne göre daha ilgi çekici, daha rağbet gören bir konuma sahip artık.
ATÖLYEDEN YAZAR ÇIKAR MI?
Türkiye’de yazarlığa ilginin giderek arttığına en önemli delillerden biri hiç şüphesiz son yıllarda art arda açılan yazarlık kursları. Belli başlı şehirlerde pek çoğu tanınmış yazarlar eliyle açılan bu kurslara ilgi fazla. Ancak Murat Gülsoy, Akgün Akova, Mario Levi, Feridun Andaç, Semih Gümüş, Cemil Kavukçu, Ali Ural, Aydın Şimşek gibi yazarlarla Türkiye Yazarlar Birliği, UM:AG gibi kurumların düzenlediği bu eğitimler, ilk anda edebiyat dünyası tarafından bir dirençle karşılandı. Yazarlığın bu türden kurs veya atölyeler aracılığıyla öğrenilemeyeceği, edebiyatın dışarıdan belirli bir müfredat dahilinde yürütülen bir çabanın değil tamamen bireysel bir girişimin ürünü olduğu, içsel bir deneyimin sonucunda hayat bulduğu eleştirisiyle karşı karşıya kaldı bu türden girişimler. Öyle ya, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, nitelikli olanla niteliksiz olanın tamamen bireysel bir çabayla öğrenildiği, bunun sonucunda da kendi deneyimini üretmeye soyunmuş bir yazar kuşağının aksine; belirli bir süre devam ettiği kurslar aracılığıyla bu bilgilere tez elden ulaşan, aldığı eğitim sonucu hemen yazar olmaya soyunan yazar adaylarına daha zahmetsiz ve kısa yoldan hedefe ulaşma imkânı sunan bu yapı edebiyata ne tür bir katkı sunabilirdi? Üstelik sadece kurslar değil, söz konusu alanla ilgili yayımlanan kitap sayısı da dikkat çekiciydi. Romandan öyküye, hatta şiire varana değin yazarlık dersleri veren, genç yazar ve şair adaylarına yol göstermeye niyetlenmiş nice kitap bulmak mümkün piyasada. Bu kitaplar, zaten hayli dirençle karşılanan bir konunun yeniden alevlenmesine sebep oldu. Yazarlık, kurs ya da atölyeler veyahut bu türden kitaplar aracılığıyla öğrenilebilir mi gerçekten? Yararlarının yanında ne tür zararları var bu kursların? Kurslara ilgi Türkiye’de ne tür bir seyir izliyor? Öncelikle bu sorulara cevap bulmak gerekiyor.
Bugün özellikle Türkiye’deki yazarlık eğitim ve atölyelerinin programlarına ve pek çoğu bu eğitimlerdeki derslerin ürünü olan kitaplara baktığımız zaman, bu eğitimlerin bir yazar adayına verebileceklerini de görmüş oluruz. Sözü edilen eğitimlerin ve kitapların en temel özelliği, yazınsal bir metnin nasıl yazılacağına ilişkin yol yordam göstermesi, çeşitli tekniklerin kullanımı konusunda yazar adayında farkındalık oluşturmaya niyetlenmesidir. Demek ki, içerikten çok biçime odaklanmış, dil ve kurgunun öne çıkarıldığı, yapının önem kazandığı, çoğunlukla önemli yazarların tekniklerine yoğunlaşılan bir bağlamla karşı karşıyayız.
Yazarlık eğitimleri konusunda Türkiye’deki önemli isimlerden biri olan yazar Murat Gülsoy’un düzenlediği atölyelere baktığımızda bu gerçek kendisini en net biçimde gösteriyor. Yazarlık eğitimlerinde Gülsoy, kendi yazarlık deneyimi kadar başka yazarların metinlerinin çözümlemelerine de yer veriyor. Gülsoy’un, diğer yazarlardan farklı olarak bu seminerler bütününü aynı zamanda kendi yazarlık uğraşı için bir tür avantaja çevirdiği görülüyor. Bu eğitim ve atölyelerde verdiği dersleri Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık ve 602. Gece adlı kitaplarına taşıyan yazarın yakın zamanda yayımlanan Tanrı Beni Görüyor mu? adlı kitabıysa yine bu atölyelerde öne çıkardığı kimi teknikler yardımıyla yazdığı metinleri içeriyor. Bir resimden yola çıkarak metin oluşturma, diyalog yazımı, başka bir yazarın metnini genleştirme, kimi kilit kelimeler yardımıyla bir metin yazma, karakter oluşturma gibi kurmacanın unsurlarını öne çıkaran bu tekniklerin kullanıldığı ‘Tanrı Beni Görüyor mu?’daki öyküler hiç şüphesiz etkileyici ancak her yenilikçi fikrin bir süre sonra yerleşik hale gelmesi sonucu kendi benzerlerini doğurma tehlikesine de kapı araladığını hatırlatmak gerek.
Cem Akaş, Mesele Dergisi için yazdığı bir makalede bunu 'Ben edebiyatı' olarak isimlendirir. Yalnızca yazarların değil eğitmenlerin de kendilerinden yola çıkarak hazırladıkları egzersizleri eleştirirken şöyle anlatır: "… Daha ironik olanı, sürekli kendini anlatma merakında olan ve sayıları her gün artan insanların, karşılarında sürekli onları merak eden ve sayıları artan insanlar bulacaklarını varsaymaları. Oysa böyle olmuyor; yalnızca yaratıcı yazı mezunları birbirlerinin yazdıklarını okusaydı bile olurdu, ama onlar da okumuyor."
Ve Yazma üzerine yazılan kitaplar... :)
Murat Gülsoy’un Büyübozumu , Semih Gümüş’ün Yazar Olabilir Miyim?, İnci Aral’ın Yazma Büyüsü, Stephen May – Yaratıcı Yazarlık, Yeşim Gökçe’nin Büyüyünce Yazar Olacağım isimli kitapları, bu alanda çıkmış olan kitaplara örnek verilebilir ki hedef kitlenin sadece yetişkinler olmadığını da görmekteyiz.
Yazma üzerine... http://blog.milliyet.com.tr/yazma-uzerine/Blog/?BlogNo=233728
Günün sonunda bir sonraki hafta için ödevlerimizi paylaştık...
1. "İl Postino" isimli 1994 yapımı filmi izlememiz 15.04.2013 Pazartesi günü İl Postino isimli film üzerine tartışabilmemiz için çok önemli.
2. Neden yazıyoruz ya da neden yazardık ? Yazmanın yaşamınızdaki önemi nedir?
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...