Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
BU GÜN 20 KASIM

BU GÜN 20 KASIM

Bu gün 20 Kasım,

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ

ÇOCUK ve HAK…

Birbirine bu kadar yakışan iki sözcük.

Öğretmenlik mesleğini icra edenler için ne kadar anlamlı bir gün.

Beklide biraz kendimizi sorgulamamız gerekiyor bu gün.

Biz olayın neresindeyiz acaba.

Çocuklar ne durumda 2010 yılının son demlerinde:

Milyonlarca çocuk boyundan büyük işlerde çalıştırılıyor ülkemizde.

Tarım sektörünün, sanayinin, hizmet sektörünün, hatta sokakların en ucuz işgücü ile çalışanlarıdır ülkemin çocukları.

Yüzbinlercesi yeterince beslenemiyor, eğitim alamıyor, ağır bir ihmal ve istismara maruz kalmış durumda, yani en temel insan haklarından yoksun olarak büyüyor.

Sanırım çocukların eğitimlerinden sorumlu kişiler olarak biz öğretmenlerin bu konuda biraz daha duyarlı olması gerekiyor.

Bazı arkadaşların “biz ne yapabiliriz ki?” dediklerini duyar gibi oluyorum.

Tasfiyem, çocuk haklarını okumakla başlamanız. http://www.cocukhaklari.gov.tr/tr adresinden ulaşabilirsiniz.

Çocukların çocukluklarını yaşadıkları ve geleceğe en iyi şekilde hazırlandıkları bir dünyada yaşamak arzusuyla…

 

Ahmet ÖZMEN

Kasım 2010

ÖĞRETMEN EĞİTİMİ

ÖĞRETMEN EĞİTİMİ

Hizmet içi eğitimde durum:

  1. Ulaşılabilir değil
  2. Merkezi, yerelin ihtiyaçlarını yeterince karşılamıyor
  3. Maliyeti yüksek
  4. Çok klasik yöntemler kullanılıyor
  5. Başvuran öğretmenler eğitim ihtiyacından ziyade sosyal imkanları göz önünde bulunduruyor
  6. Deneyim paylaşımı, atölye çalışması, işbaşı eğitim gibi yöntemler yok
  7. Sertifikaların ekonomik, meslekte kariyer gibi alanlarda bir değeri yok
  8. Eğitmenlerin bir kısmının nitelikleri yeterli değil
  9. Eğitmen yada formatör seçimleri ile ilgili kriterler net ve belirleyici değil
  10.  

 

Nasıl bir Hizmet içi eğitim:

  1. Yerelde yapılacak ihtitaç analizlerine göre il il hatta okul okul farklılaşabilecek planlama
  2. Okul temelli atölye çalışmaları
  3. Mesleğe yeni başlayan öğretmenlere uygulamalı işbaşı eğitimleri
  4. Daha esnek il planları
  5. Kaynakların daha etkin kullanımı, çok daha düşük maliyetle daha çok kişiye ulaşma
  6. Eğitmen nitelikleri
  7. Stk ve üniversitelerle daha etkin işbirliği
  8. Belirli programlara katılımın belirli periyotlara bağlanarak zorunlu hale getirilmesi
  9. Meslektaşlardan öğrenmeyi sağlayacak metotlar geliştirilmesi
  10. İlgiyi arttırmaya yönelik olarak bazı sertifikaların özlük sisteminde puan ve terfilerde dikkate alınması
  11. Her ilde öğretmen gelişim yada hizmetiçi eğitim merkezi (sosyal imkanlar da sunacak merkezler)
  12. Çağın gereklerine uygun teknolojinin imkanlarını kullanan eğitim yöntemleri geliştirilmesi (e kampusteki sanal sınıflar gibi)
  13. Eğitmen eğitimleri merkezi olmalı ve belirli bir standarta bağlanmalı
  14.  

 

 

30 Nisan 2010 da Bir Dosta katkı olsun diye karalamıştım.

SİZLERDEN ÖNERİ BEKLİYORUM

 

Ahmet ÖZMEN

Ekim-2010

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ İLE MÜCADELEDE OKULLARIN ROLÜ… (1)

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ İLE MÜCADELEDE OKULLARIN ROLÜ… (1)

Mehmet 12 yaşında, 7 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu.

Baba özürlü olduğu için,

annesi ev işlerine baktığı için,

abi uyuşturucuya bulaştığı için,

diğer kardeşler küçük oldukları için çalışamıyorlar.

Aile devletin sosyal yardımları ve Mehmet’in çöpten kazandığı üç beş kuruşla ayakta. Mehmet de olmazsa beklide küçük kardeşleri hiç yumurta yiyemeyecek.

Çöp toplama işinde çalışıyor kahramanımız.

Yani geceleri çalışıyor. Kendisi gibi onlarca çocukla yaşadığımız, kirlettiğimiz kentin sokaklarını temizliyor. Paraya dönüştürülebilecek atık maddeleri belediye ekiplerinden önce toplamak zorunda. Topladıklarını üçte bir fiyatına ancak gece yarısından sonra aracıya teslim edebiliyor. Üstelik iyi niyetli olmayan abilerden dayak yiyip, kazandığı parayı kaptırma riski de var. Sabah ta okula gitmesi gerekiyor.

Aslında pek okuyacak hali de, niyeti de yok Mehmet’in. Okula gitmezse ailesi ya para cezası ödeyecek ya da babası hapse girecek. Devletten aldıkları yardımlar da kesilecek.

Evlerini, ailesini ikna için ziyaret eden öğretmenlerden duymuş bu durumu. Babası zaten hasta, bir de hapse mi girsin o okula gitmiyor diye.

Doğal olarak ‘Okul Yolu düz gider, çocuklar okula gider’ şarkısını mırıldanarak okula gitmiyor Mehmet. Tek tesellisi eve bıraktığı 15 lirayla annesinin pazara gidip, üç beş kilo yarı çürük sebze alabileceği. Tabi o da abisinin sigara ve kahvehane parasından artarsa.

Okulda ilk ders matematik.

Ayşe öğretmen her zamanki gibi kendisini pekte sevmediğini hissettiriyor ona. Aslında Ayşe Öğretmenin niyeti profesör yapmak onu ama Mehmet çok sorumsuz. Yine yapmadan gelmiş ödevlerini. Birazcık azarla atlatıyor ilk iki dersi.

Sonrası tasarım dersi. Yani facia kapıda. Tenefüste birkaç arkadaşıyla müdürün karşısında buluyor kendini. Öğretmenin istediği karton ve yapıştırıcıyı daha öncekilerde olduğu gibi getirmemiş. Öğretmen artık bu çocuklarla uğraşmak istemediğini anlatıyor müdüre. Bir de müdür azarlıyor bir güzel. Okula bir şeyler öğrenmek için gelmeleri gerektiğini, okulun zamanını boş boş geçirme yeri olmadığını anlatıyor onlara.

Sırada rehberlik servisi var. Ne olduğunu anlamadığı anlamsız sorularla dolu kağıtları uzatıyor rehber öğretmen. Oturup cevaplamasını istiyor.Görüşmenin sonunda kendisine özel olarak hazırladığı DERS ÇALIŞMA PROĞRAMINI gururla veriyor Mehmet’e.

Sonrası… sonrası malum. Bütün günleri böyle geçiyor tabiî ki.

Yani anlayacağınız bu küçük çocuk, gerçek hayatta, bizim çöplerimizi temizleyen, küçük kardeşlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamak için çabalayan gerçek bir kahraman.

Aynı zamanda başarısız, hiçbir öğretmenin karşılaşmak istemediği sorunlu bir öğrenci. 

Peki hayatımızda kaç tane Mehmet var?

Hiç merak ettiniz mi?

İLO verilerine göre dünyada 200 milyondan fazla çocuk işçi var.

Ve bu çocukların tamamı hiçbir hizmeti yeterince alamıyor.

Yeterli beslenemiyorlar, iyi bir eğitim alamıyorlar, çocuk haklarından habersizler. Bir çoğu fiziksel, ekonomik, duygusal, hatta cinsel istismara maruz kalıyor. Bazı ülkelerde, oyun oynamaları gereken yaşlarda ellerine silah verilip anlamsız savaşlara gönderiliyorlar….

BİRİNCİ BÖLÜM&U

Diyarbakır’da Öğretmen Olmak Kolay mı?

Diyarbakır’da Öğretmen Olmak Kolay mı?

Göç, şiddet, geleceği belirsiz genç bir nüfus, eğitimsizlik, yokluk, işsizlik, cehalet, sağlıksız evler ve sokaklar, çarpık kentleşme, kalabalık okullar ve sınıflar, yeşil kart kabusu, insan istismarına açık sosyal yardımlar, internet kafe ve kahvehane bolluğu, çocuklar için oyun alanı olmayan mahalleler, sokakta çalıştırılan çocuklar, yaşamın her alanını kaplamış yozlaşma, kan davaları, namus cinayetleri, intiharlar, gürültü kirliliği, kapkaç, adam kayırmanın en alası, bulaşıcı hastalıklar, çocuk ihmali  ve istismarının en ağır şekilleri…ve daha niceleri

Bu kentte mutsuz olmamız için ne kadar çok nedenimiz var. Bu kadar sorunun hiç birisinin kaynağı biz değiliz ama hepsi, hatta daha fazlası yaşamımızı olumsuz etkiliyor ve bu şehri yaşanmaz bir hale getiriyor. Ve çözüm umudunun olmayışı daha çok acı veriyor insana.

Hadi diyelim kafaya takmayayım, keyfime bakayım dedin. O da mümkün; belki de dünyanın en güzel yemeklerine ulaşabilirsin bu kentte. Hatta üstüne üstlük çok paran da olmasına gerek yok bu lezzetleri tatman için. Öğretmensen, bu kentte zengin sayılırsın zaten. Alışveriş merkezleri bütün ihtişamıyla senin ve ailenin hizmetindedir.

Üstelik ülkenin diğer kentlerindeki öğretmenler kadar yorulmana da gerek yok. Kolay yoldan kazanırsın parayı. Ulaşım sorunun yoktur, okula gitmek istemediğinde sevk hakkın vardır, oda olmadı hangi idareciyle aran iyiyse ona telefon açarsan bedava telefondan, çözülür problemin.

Çocuğunu arka sırada oturttuğu için öğretmeni ile görüşmen gerekiyor olabilir o gün. Ne de olsa üstün yeteneklerinle sorumluluğundaki sınıfın kaybettikleri zamanı haydi haydi telafi edebilirsin sen.

Bir kere bir öğretim yılında diğer kentlerdeki meslektaşlarından en az dört hafta daha fazla tatil yaparsın. Üstelik bunun için bahane oluşturmana da gerek yok. Ne de olsa devlet sınavları erken tarihte yapıyor, öğrenciler okula gelmiyor, havalar çok sıcak, yöneticiler durumdan şikayetçi değil, veli-öğrenci alışmış bu duruma, yani anlayacağın en az kusurlu kişi sensin doğal olarak.  Öğrencilerin çoğunun sınav gibi bir derdi yok zaten, sen de anlatman gereken konuları anlatmışsın zaten. Hatta paketini üç liradan aldığın testleri bile dağıtmışsın çocuklara.

Ödev yap demişsin yapmamışlar, kendi aranızda konuşmayın demişsin, konuşmuşlar, bağrışmışlar. Dersinden kaçıp internet kafeye gitmiş bazı kendini bilmezler. Veliyi çağırmışsın gelmemiş okula. Sen ne yapabilirsin ki bu durumda? Sınıfta bırakmak ta zor. Olur da bir ihtimal vicdanın sızlarsa, kendini sorumlu hissedersen onunda tedavisi mümkün canım; sanat sokağında çayını içerken o çocuklardan birinden gevrek bir simit alırsın, bir diğerine ayakkabını boyatırsın, biraz da şefkat gösterirsin olur biter.

Sevgili öğretmenim;

Gel sen yine de keyfine bakma. Sen eğitimcisin, zor olan yakışır sana. Altmış yetmiş kişilik sınıflar senin tercihin değil elbet. Mucize yaratman da şart değil. Belki çok klasik ama deniz yıldızı hikayesini düşün. Her biri bir deniz yıldızı belki bu çocukların. Ve inan ki ihtiyacın olan güç, enerji, imkan yani her şey o masum çocukların gözlerinin içinde saklı. Yeter ki bakmayı bil. Ellerinden tutmayı dene onların. Yaşamına dokunduğun her çocukta başka bir enerji yakalayacaksın seni motive eden. Onların dünyaya baktığı pencereden bakmayı denersen bir kerecik, onlara yaşattığımız travmaları görmeye başlarsan, daha iyi anlayacaksın onları. Onları anlamaya başladıkça da m

Şanlıurfa’da…

Şanlıurfa’da…

 

Ustamız Yusuf Ziya GÜLDERE ile beraberdik Şanlıurfa Hüsnü M.Özyeğin İlköğretim Okulunda. İsmet Hoca başlı başına bir dağ gibiydi.

Okul müdürü ve müdür yardımcıları, güler yüzlü personeli ve eli öpülesi öğretmenleri ile bize ne kadar güzel bir takım oluşturduklarını göstermek için toplanmışlardı sanki.

Bizde takımın bir parçası oluverdik iki günde. En ufak bir tereddüt göstermediler bizi aralarına almak için.

Kendimizi misafir gibi hissetmedik, sanki yıllardır onlarla beraber çalışıyorduk. Aslında gerçek durum tam da öyleydi sanırım. Çünkü yıllardır aynı yolda yürümüyormuyduk onlarla. 

Evet, çok şey öğrendik öğretmenlerimizden. Beraber yürüdüğümüz bu yolda ne kadar güçlü yürüdüğümüzü gördük, inancımız arttı bir kat daha.

Ve Şanlıurfada çalacak bir kapımız var artık. Güzellikler içinde kalın.

 

 

Haziran 2010

Diyarbakır