Your browser (Internet Explorer 6) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.
X
İNSAN NİMET DEĞİL Mİ?

İNSAN NİMET DEĞİL Mİ?

PROF. Üstün DÖKMEN "Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?Gülümse

YOLUMUZDAKİ ENGELLER.....

YOLUMUZDAKİ ENGELLER.....

YOLUMUZDAKİ ENGELLER Şaşırmış

 

        Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine
    kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
    Bakalım neler olacak?.
    Ülkenin en zengin tüccarlari, en güçlü kervancıları,
    saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene
    kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.
    Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar
    vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir
    köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
    Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı
    ve ıkına sikina itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı
    ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden
    sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin
    durduğunu gördü. açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu
    vardı içinde.

    "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

    Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

    "Her engel, yasam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır

KÜRESELLEŞME VE EĞİTİM

KÜRESELLEŞME VE EĞİTİM

       Yaşanmış ve yaşanmaya devam eden bir süreç olarak küreselleşme, daha önceden varolan bir çok kategoriyi geçersizleştirmekte, fırsatları ve dezavantajları içinde paradoksal bir şekilde barındırmaktadır. Küreselleşmenin çok yönlü olarak bir kuşatma oluşturduğu, dolayısıyla eğitim alanının bu kuşatmanın bizzat kendisinden ya da etkilerinden uzak kalamayacağı sonucuna ulaşmak -en azından his düzeyinde- bir çok insanın ortak kanaatidir. Bu çerçevede eğitim ile veli, öğrenci ya da eğitimci olarak bir şekilde ilişkisi olan bireylerin ya da toplumsal kümelerin bu kuşatmayı kavramaları, olası yönünü gözlemeleri, gerekli önlem ya da uyum çabalarına yönelmeleri kaçınılmazdır.
Küreselleşme olgusunun eğitim sistemine, özellikle de eğitim siyasasına, eğitim ekonomisi ve finansmanına, öğretmen örgütlenmelerine, yaşam boyu eğitim yaklaşımlarına, okullara, öğretim programlarına ve sair alanlara ne gibi etkileri olduğu/olacağı incelenebilir. Detaylı tartışmalara girmeksizin, öncülleri hazfederek özetle şu öngörüleri paylaşabiliriz:
Küreselleşmenin eğitim politikalarına dört alanda özetlenebilecek bir etkide bulunacağı öngörülebilir: kararsal, kurumsal, dağıtımsal ve yapısal. Malî harcamalar makro ekonominin küresel ortodoksisince kontrol edilecek ve bu küresel ortodoksi eğitime ayrılan kamu harcamalarının azaltılması yönünde bir baskı yaratacaktır. Kamu harcamalarının sınırlandırılması sonuç olarak öğretmenlerin çalışma koşullarının kötüleşmesine, eğitimin "özelleşmesine" ya da "ticarîleşmesine" yol açacaktır. Eğitim ürünlerinin uluslararası karşılaştırmaya konu olması ise kamu karar alma sürecinde baskılar ve kısıtlamalar oluşturacak; reformlar, bir dış gösterge olarak rekabet ve verimlilikte yoğunlaşacaktır. Bütün bunlar da daha nitelikli becerileri ödüllendirerek ve eğitim finansmanına sınırlamalar getirerek hükûmetlerin dikkatini eşitlik eksenli eğitim reformlarından kaçıracaktır. Sıralanan bu etkiler ve süreç, küreselleşmenin eğitim politikasına kararsal düzeyde etkisi olarak zikrolunabilir.
Kurumsal düzeyde ise karar mekanizmasında olanlara elde edilebilir gündemler sunulması ile eğitime ve bilgi üretmeye (Ar-Ge) yatırım yapılmasına öncelik verilmesi için genel siyasî bütçe üzerinde yükselen bir baskı yaşanabilir. Uluslar arasındaki eğitim alanındaki yakınlaşma, politikalar ve ürünlerin karşılaştırılması bağlamında bir ilgi alanı oluşturacağından hem eğitim sistemlerinin yapılandırılmalarında bu husus göz önünde bulundurulacak hem de okullarda eğitim teknolojilerinin kullanımına yönelik düzenlemeler daha fazla talep bulacaktır. Bunun olası yönü de bir taraftan uluslararası standardizasyon (akreditasyon) çalışmalarını tervic edecek, diğer taraftan da teknoloji bazlı bir eğitim ortamı oluşturmaya dair yapıları zorlayacaktır.
Dağıtımsal ve yapısal bağlamda, toplumsal güçlerin küresel ilişkiler çerçevesinde şekillenmesiyle sivil ve yerel inisyatifler güçlenerek, adem-i merkezîleşme süreci hızlanacak ve bu durum, devletin eğitim üzerindeki gücünü ve etki hâlesini daraltacaktır. Devletin gücünün azalmasına paralel olarak "eğitim üzerindeki egemenliği" azalacaktır. Bu süreçte küresel kıyaslamaların ve etkilenmelerin bir sonucu olarak telekomünikasyon ve bilişim sektörü firmaları eğitim sistemine girerek, akademik pazarın uluslararasılaşma

GÜNDÖNDÜ VE SARMAŞIK...

GÜNDÖNDÜ VE SARMAŞIK...

bir varmış bir yokmuş..

 

bahçenin birinde güneşe sevdalı bir gündöndü yaşarmış. onun dibinde de gündöndüye sevdalı bir sarmaşık.. gündöndünün gövdesine sımsıkı sarılır, yüzünü ona dönsün, onu sevsin diye umutla beklermiş. gündöndüyse her sabah güneş doğduğunda yüzünü sevdayla göğe çevirip hayran hayran güneşi seyredermiş. sarmaşıkcık çaresiz daha bi sıkı sarılırmış gündöndüye, ama nafile.. gündöndünün aklı güneşte.. akşam olup da güneş battığında sevdiğini yitiren gündöndü boynunu büker, içine kapanır kalırmış üzüntüden.. sarmaşık daha sıkı, daha sıkı yapışırmış o zaman. gelgelelim sabah olduğunda gündöndünün yüzünü kendisine çevirmeyeceğini, güneşle onun arasına giremeyeceğini bi daha anlarmış. ama bi sabah minik sarmaşık uyanınca ne görsün! ilk defa sevgili gündöndüsünün yüzü güneşe değil kendine dönük! sevinçten az kalsın çığlık atacakmış ki,,.. gündöndüsünün öldüğünü anlamış. çünkü sarmaşık sevdiğinin yüzünü kendisine çevirmek için onun gövdesine sarıldıkça, yavaş yavaş onu boğduğunu, öldürdüğünü hiç farketmemiş.. gündöndü ölünce sarmaşığın sarılacağı bişey de kalmamış.. zamanla o da sararıp solmuş. sonra çiftçinin biri gelmiş, ikisini de bi kenara koparıp fırlatmış..

 

KOPARTILIP FIRLATILMAYANLARDAN OLMAK DİLEĞİYLE .......Göz kırp

 

HİÇ KIZMIYORDUNUZ ÖĞRETMENİM......

HİÇ KIZMIYORDUNUZ ÖĞRETMENİM......

       Sevgili Yusuf Ziya hocamın son yazısını okurken,bir yandan da kendi tanık olduğum zaman zaman güldüren,bazen de gözlerimi dolduran anılar gözümün önünden aktı geçti.Şu bir gerçek ki bu mesleği çalıştığımız yıllar içindeki tecrübelerimizle öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz.Acaba ilk yıllarımızda karşımıza çıkan sevgili öğrencilere yanlış bir şey söyledim mi? tıpkı hocamın yazısındaki gibi onları farketmeden kırdım mı?diye çok düşünürüm açıkçası.Yıllar öncesinden hatırımda kalan bir olay var ki , arkadaşımın surat ifadesini hatırladıkça ne yalan söyleyeyim gülerim, bir yandan da umarım ben böyle bir dikkatsizlik yapmamıştırım diye düşünürüm.

     Malum önceden günlük planlar yapar ve bu planları yine her gün müdürümüze imzalatırdık.Müdürümüzün odasında bir kaç arkadaşımla birlikte planlarımızı imzalatıyorduk,birden bir bayan arkadaşımız son derece sert bir biçimde odaya girdi.Bir elinde oldukça yıpranmış kenarları kıvrık bir defteri sallıyor,diğer eliyle de bir öğrencisini kedi yavrusu gibi ensesinden yakalamış sürüklüyordu.Müdür bey şaşkınlıkla hayırdır hocam  ne yaptı bu haylaz diye sordu.Arkadaşım öğrencinin defterini,çocuğun yaptığı hileyi yakalamış olmanın verdiği zafer mutluluğuyla müdürün önüne bıraktı.Verdiğim ödevi kontrol ediyordum ancak bu öğrenci sayfalar dolusu anlamsız kelime karalamış ve ödevi yaptım diyerek bana gösterdi,dedi. Müdür hele bak sen yaramaza bir de ben bakayım şu deftere diyerek defteri incelemeye koyuldu.Bir süre sonra hocam bunu ilk defa mı yaptı diye sordu,arkadaşımız evet diyerek onayladı.Hocam bu öğrencinin defterinin neredeyse tamamı anlamsız kelimelerden oluşan yazılarla dolu ve sonuncusu hariç hepsinin üzerinde imzanız var deyince arkadaşımın suratını hayal edebilirsiniz herhalde.Öğrencisi ise yaptığının yanlışlığının gayet bilincinde kendini savunmaya çalışıyordu, ama öğretmenim 10 sayfa özeti çıkaramıyorum uykum geliyo bir kere böyle yaptım imzaladınız ben de her gün aynı şekilde yaptım,ama hiç kızmıyordunuz öğretmenim...Arkadaşımızın mahcubiyetini anlatamam biz ise gülüyorduk ama ben de dahil hepimizin sınıflarımıza gidince yaptığımız ilk işin öğrencilerimizin defterlerini kontrol etmek olduğunu tahmin edersiniz herhalde.

      Bu olayda düşündürücü pek çok ayrıntı var bence,

1-Çocuklara kapasitelerinin çok üzerinde,özel yaşama zaman bırakmayaçak kadar ödev yüklemek.

2-Hadi verdik ödevi kontrol edebiliyor,öğreciye geribildirimde bulunabiliyor muyuz?

3-Bir şeyler öğrenebildiğinin ölçütü ödev midir öğrencinin?

4-Bilgi yüklediğimiz zaman mı öğretmenlik yapmış oluyoruz,ya davranış kazandırmak?

 Sizlerin de yakaladığı farklı ayrıntılar varsa,özelliklede bu olay karşısında ne yapılabilirdi ?ya da olmaması için ne yapılabilirdi?paylaşırsanız sevinirim arkadaşlar.Farklı fikirler,farklı durumlar kaşısında da yardımcı olabiliyor bazen ne dersiniz?