sorularla başlamak
SORULARLA BAŞLAMAK!...
Öğretmen yetiştirmeyi üniversiteye havale ettik. Sonuç başarısız. Üniversiteler otuz yıldır iyi öğretmen yetiştiremiyor...
* ABD’de teknolojiyle bütünleşmiş eğitim yapabilen okulların oranı nedir?
* Eğitim Fakülteleri’mizdeki öğretim elemanlarının ne kadarı teknolojiyi sınıflarında etkin olarak kullanmaktadır?
* Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencilerinin akıllı tahta kullanma becerisi ne düzeydedir?
* Sınavlarda başarılı olan okulların ve öğrencilerin başarısı ne ölçüde teknoloji kullanımına bağlıdır?
* PISA sınavlarında birinci olan Finlandiya’daki sınıflarda teknoloji kullanımı ne düzeydedir ve bu başarıdaki en önemli etken nedir?
İyi sorulmuş sorular düşünmeyi kolaylaştırır; ne yapmamız ve nasıl yapmamız gerektiğini ortaya koyarlar. Soruları sormadan icraata başlamak hesap verilebilirliğin zayıf olduğu sistemlerde ciddi israflara yol açabilir. Bu nedenle yapılması düşünülen tüm projelere soru sormakta yarar var.
“A Study of the Impact of the Atomic Learning Professional Development Solution on Student Achievement. Improving Student Learning Through Teacher Technology Integration Training. Research & Analysis by SEG Measurement” adlı çalışmada ABD’de teknolojiyi kullanabilen okulların oranı %7’den daha az olarak verilmektedir. “No Child Left Behind” gibi devasa bütçeli projeler düşünüldüğünde, bu oranın düşüklüğü ortada. Diğer soruları yanıtlamaya bile gerek yok, çünkü cevaplar araştırma yapmaya gerek olmayacak kadar açık. Ne öğretim elemanları ne de öğretmen adayları teknolojiyle bütünleşmiş ders yapabiliyorlar. Sistemdeki öğretmenlerin belki %99,99’u teknolojiyle bütünleşik ders yapamıyorlar. Böyle bir ortamda teknolojiyi sistemin sorunlarını çözmesi için devreye sokmanın teknolojiyi değersizleştirdiği kanısındayım. Unutmayalım ki, teknolojiden kaynaklanmayan sorunları teknolojiyle çözemeyiz. Teknoloji bu çağın çocuklarının eli kolu gibi. Muhakkak surette sınıflarda yerini almalı. Dewey, “Eğer bugün, dün öğrettiğimiz gibi öğretiyorsak, çocuklarımızın geleceğinden çalıyoruz” diyor. Elbette farklı yol, yöntem ve araçlarla öğrenmeyi yaşayacağız. Ancak 1980’lerdeki 1 milyon bilgisayar projesinden beri, teknolojiyi buzdolabı alır gibi okullara sokmaya çalışıyoruz. Bu tür iyi tasarlanmamış projelerin başarısızlığı “teknolojinin gereksizliği” düşüncesini güçlendirmektedir. Şimdilerde aynı senaryoyu Fatih Projesi sürecinde yaşıyoruz. Eğer bir eğitim sisteminin tüm girdi, süreç ve çıktıları yapısal olarak iyi işler haldeyse teknoloji artı değer katar. İyi işlemeyen bir sisteme teknoloji entegre etmek beyhude bir çaba olsa gerek. Olsa olsa teknolojiyi, günah keçisi ilan etmeye yarayabilir. ‘Board’s IQ: What makes a board smart?’ adlı makalede Somyürek, Atasoy ve Özdemir gerçek anlamda uzun süreli öğretmen eğitimi yapılmadan akıllı tahtaların beklenen yararı sağlayamayacağını ortaya koyuyorlar. Dünyadaki benzer tecrübeler, teknolojiye yapılan her 1 dolarlık yatırımın yanı sıra, 1 dolarda öğretmen eğitimine yatırım yapılması gerektiğini gösteriyor. Sadece bu ölçüt bile yeni sorular sormayı hak ediyor. Zira teknolojiye doğru yapılan yatırımlar motivasyon, değer ve başarı getirirken, yanlış yatırımlar güvensizlik, öğrenilmiş çaresizlik ve teknoloji istismarına yol açabilmektedir. Yukarıda ismi verilen “A Study of the Impact of the Atomic Learning …” çalışması, teknolojinin başarılı kullanımına bir örnek teşkil edebilir.
Öyleyse ne yapmak gerekir? Böyle bir soru yerine, ‘Ne yapmamak gerekir?’ sorusundan başlamayı tercih ederim.
• Öğretmen yetiştirmeyi üniversiteye havale ettik. Sonuç başarısız. Üniversiteler otuz yıldır iyi öğretmen yetiştiremiyor.
• Araçları amaç kıldık; sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük. Sonuç başarısız. ÖSYM’yi yıllarca kutsayıp çok güzel sınav yapıyor diye övdük. Oysa ÖSYM bir dakikada soru çözebilenleri başarılı, iki dakikada çözebilenleri başarısız diye etiketlerken, aslında milyonlarca çocuğumuzun kendine olan güvenini yok eden bir kuruma dönüştü. Türkiye’de başarısız olarak etiketlenen on binlerce çocuğumuz dünyanın iyi üniversitelerinde pekala üstün başarılar ortaya koydular.
• İyi yapamadığımız şeyleri daha çok yapmaya çalıştık. Sonuç başarısız. Örneğin hiç kimsenin İngilizce öğrenemediği bir sistemi on binlerce yeni öğretmen atayarak devam ettirdik. Hiç işe yaramayan hizmet-içi öğretmen eğitimlerini her sene daha çok yaparak övündük.
• Asıl sorun olan öğretmen kalitesiyle uğraşmak yerine, bilgisayar alımı, sınav sayısını artırma, öğretmene sınav koyma gibi gereksiz ama kolay işlere yöneldik. Sonuç başarısız.
Bu saptamaların sayısını artırmak mümkün ama gerek yok. İlk yapmamız gereken şey, masayı bir bütün olarak görmeye çalışmak olabilir. Sadece tuzluğu veya tabağı değiştirmeye çalışmak işlevsel olmayacaktır. Problemleri sanayi toplumunda olduğu gibi, kategorik olarak ele alıp teknoloji projesi, öğretmen yetiştirme projesi gibi ayrı ayrı değerlendirmek sadece zaman kaybına yol açar. Ülke olarak yeni bir masa düzenine ihtiyaç duyuyoruz. Eğitimi niye yapıyoruz? Öğretmen kimdir, öğrenme ne demektir, başarı ne demektir, çocuklarımız için nasıl bir gelecek tasarlıyoruz? türü sorulardan başlayarak yeni bir masa kurmak durumundayız. Anne karnından başlayıp hayat boyu eğitime kadar tüm süreçleri, eş zamanlı etkileşimsel bir modelle kurgulamak gerekiyor. Bilginin gayesi, derinliği, gerçek hayatla bağlantısı bu modelin yapı taşları haline gelebilmeli. Milli Eğitim’de yeni bir dönem başlıyor. Güzel bir fırsat var önümüzde. Sayın Milli Eğitim Bakanımızın ifade ettiği gibi ‘yeniden yapılanma’ fırsatı... Yapılanmayı kimin için yapıyoruz? Demokratik devlet çocuklardan habersiz çocuklar için, velilerden habersiz veliler için, öğretmenlerden habersiz öğretmenler için birşey yapmaz. Eğitim sisteminin değer ve kültür boyutlarını dikkate almadan yapılan çalışmaların başarısız olduğunu biliyoruz. Bunun en bariz kanıtı milyar dolarlık toplam kalite çalışmalarıdır. Evvela eğitimin her dakikasına şahitlik ve liderlik eden öğretmenle halleşmek gerekir. Yeni ölçütlerle eski öğretmenleri suçlamak kolaycılık olur. Onları yirmi sene uyuttuktan sonra uyandırıp, ‘Hadi yeni bir sistemde başarılı olun’ demek onları daha çok korkutacaktır. Bir haftalık eğitimle çözülecek mesele değil bu. Bir dönüşüm, bir seferberlik, bir heyecan projesine ihtiyaç var. Finlandiyalı bir öğretmen yedinci sınıfa kadar matematik, spor, müzik, yabancı dil dahil hemen tüm dersleri tek başına verebiliyor ve dünya birincisi olabiliyorsa, benim öğretmenim daha iyisini yapabilir. Yeter ki fırsat sağlayalım. Eğitimi bürokratik ya da bilimsel girişimlerle dönüştüremeyiz. Önce toplumu ve öğretmeni inandırmak durumundayız. Zemin olmadan şekil olmaz.
Not:http://egitimtercihi.com/haber.php?hid=739&haber=SORULARLA+BA%C5%9ELAMAK%21...#.Tt9F1BzKR-c.facebook sitesinden alıntıdır.
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...